9789750803277
23104
https://www.sahafium.com/kitap/aisopos-masallari-ciltli-p23104.html
Aisopos Masalları (Ciltli)
0.00
Ezop. Hayvan masallarının en eski ustası. Grekçe adının doğru yazılımıyla Aisopos. Kendi de bir masal kişisine dönüşmüş, Frigyalı eciş bücüş köle... Aisopos'un dilden dile tüm dünya yazınını etkilemiş, Eskiçağ ozanlarına, Ortaçağ masalcılarına örnek olmuş, La Fontaine'e yol göstermiş masalları, Nurullah Ataç'ın eşsiz çevirisiyle yıllar sonra bir kez daha Türkçede. Hayvanlar aracılığıyla insanı anlatıyor bize bu masallar. Hainini, sinsisini, akıllısını, yüreklisini... Sayfanın birinde kendinize de rastlayabilirsiniz?
Tadımlık
Frigyalı Aisoposun Yaşamı
Homerosun ve Aisoposun doğumlarına ilişkin güvenli bir bilgi yok elimizde: başlarından geçen en dikkate değer şeyleri bile zar zor öğreniyoruz. Bu da şaşılacak bir şey; çünkü tarih bundan daha az hoş, daha az gerekli şeyleri atmayıp saklıyor. Uluslara kıymış onca insan, hiçbir erdemi olmayan onca kral, yaşamlarını en küçük özelliklerine varana dek bize aktaracak birilerini buluyorlar da biz Aisoposun ve Homerosun, gelecek yüzyılları en çok hakeden bu iki kişinin en önemli özelliklerini bile bilmiyoruz. Homeros yalnızca tanrıların babası değildir çünkü, aynı zamanda tüm iyi ozanların atasıdır. Aisoposa gelince, gerçek bilgeliği öğreten, üstelik bilgeliğin tanımlarını ve kurallarını ortaya koyanlardan çok daha ustaca öğreten bu adamı, Yunanistanın onca övündüğü bilgeler arasında saymak gerekir. Bu iki büyük adamın yaşamları, gerçek anlamda derleme yoluyla yazılmıştır; ama bilginlerin çoğu, bu yaşam öykülerini düş ürünü sayarlar, özellikle de Planudesin yazdığını. Ben, kendi hesabıma bu eleştiriye girişmek istemedim. Planudes Aisoposun başından geçenlerin anısının henüz sönmediği bir çağda yaşadığına göre, bize bıraktıklarını, kuşaktan kuşağa aktarılmış öykülerden biliyor olmalıydı. Bu inançla, çok çocukça bulduğum ya da bir biçimde uygunsuz kaçan şeyler dışında hiçbir şey atlamadan, Aisopos üstüne söylediklerini izledim.
Aisopos, Frigyalıydı ve Amorium adında bir kasabadandı. Elli yedinci olimpiyat dolaylarında, Roma kentinin kuruluşundan yaklaşık iki yüzyıl sonra doğdu. Doğaya teşekkür mü borçluydu yoksa şikayetçi mi olmalıydı, söylemesi zor; onu çok parlak bir zihinle donatan doğa, biçimsiz bir beden ve çirkin yüzle getirmişti dünyaya; pek insana benzer bir yanı yoktu ve neredeyse bütünüyle konuşma özürlüydü. Bu kusurlarla, doğuştan olmasa bile kısa zamanda köle olması kaçınılmazdı. Ancak ruhu, başına ne gelirse gelsin, her zaman özgür kaldı.
İlk efendisi, toprak bellemesi için tarlalara gönderdi onu; belki başka bir iş yapamayacağını düşündüğü, belki de böylesine sevimsiz bir nesneyi gözünün önünden uzaklaştırmak istediği için. Günün birinde bu efendi, kırdaki evini görmeye gittiğinde bir köylü incir ikram etti ona; incirleri çok beğendi, özenle sarıp sarmaladı ve Agathopus adındaki kilercisine, hamamdan çıktığında incirleri ona getirme emrini verdi. Rastlantı bu ya, Aisoposun da evde yapacak bir işi çıkmıştı o sırada. Eve girer girmez, Agathopus fırsattan yararlandı; bir iki arkadaşıyla birlikte incirleri yediler, sonra da suçu Aisoposun üstüne attılar; o denli kekeliyor ve öylesine aptal görünüyordu ki kendini savunabileceğini düşünmediler bile. Eskilerin kölelerine uyguladığı cezalar çok acımasızdı ve bu suç, cezayı gerçekten hakediyordu. Zavallı Aisopos efendisinin ayaklarına kapandı ve elinden geldiğince söylediklerini duyurmaya çalışarak, istediği tek bağışlanmanın, cezasının bir iki saniye geciktirilmesi olduğunu söyledi. İsteği kabul edilince gidip ılık su getirdi, efendisinin önünde içti ve parmaklarını ağzına soktu; bundan sonra olan oldu ve yalnızca bu suyu geri çıkardı ağzından. Suçsuzluğunu böylece kanıtladıktan sonra ötekilerin de aynı şeyi yapmaya zorlanmalarını istedi işaretlerle. Şaşırıp kalmıştı herkes; böylesi bir buluşun Aisopostan çıkabileceği kimsenin aklına gelmemişti. Agathopus ve arkadaşları şaşırmış görünmediler. Frigyalının yaptığı gibi suyu içtiler ve parmaklarını ağızlarına soktular ama çok derine sokmamaya dikkat ettiler. Yine de su etkisini göstermekten geri kalmadı; hâlâ taptaze ve kıpkırmızı incileri ortaya döküverdi. Bu sayede Aisopos kendini kanıtladı; ona iftira edenlerse iki kat ceza gördüler, hem oburlukları hem de hayınlıkları için.
Tadımlık
Frigyalı Aisoposun Yaşamı
Homerosun ve Aisoposun doğumlarına ilişkin güvenli bir bilgi yok elimizde: başlarından geçen en dikkate değer şeyleri bile zar zor öğreniyoruz. Bu da şaşılacak bir şey; çünkü tarih bundan daha az hoş, daha az gerekli şeyleri atmayıp saklıyor. Uluslara kıymış onca insan, hiçbir erdemi olmayan onca kral, yaşamlarını en küçük özelliklerine varana dek bize aktaracak birilerini buluyorlar da biz Aisoposun ve Homerosun, gelecek yüzyılları en çok hakeden bu iki kişinin en önemli özelliklerini bile bilmiyoruz. Homeros yalnızca tanrıların babası değildir çünkü, aynı zamanda tüm iyi ozanların atasıdır. Aisoposa gelince, gerçek bilgeliği öğreten, üstelik bilgeliğin tanımlarını ve kurallarını ortaya koyanlardan çok daha ustaca öğreten bu adamı, Yunanistanın onca övündüğü bilgeler arasında saymak gerekir. Bu iki büyük adamın yaşamları, gerçek anlamda derleme yoluyla yazılmıştır; ama bilginlerin çoğu, bu yaşam öykülerini düş ürünü sayarlar, özellikle de Planudesin yazdığını. Ben, kendi hesabıma bu eleştiriye girişmek istemedim. Planudes Aisoposun başından geçenlerin anısının henüz sönmediği bir çağda yaşadığına göre, bize bıraktıklarını, kuşaktan kuşağa aktarılmış öykülerden biliyor olmalıydı. Bu inançla, çok çocukça bulduğum ya da bir biçimde uygunsuz kaçan şeyler dışında hiçbir şey atlamadan, Aisopos üstüne söylediklerini izledim.
Aisopos, Frigyalıydı ve Amorium adında bir kasabadandı. Elli yedinci olimpiyat dolaylarında, Roma kentinin kuruluşundan yaklaşık iki yüzyıl sonra doğdu. Doğaya teşekkür mü borçluydu yoksa şikayetçi mi olmalıydı, söylemesi zor; onu çok parlak bir zihinle donatan doğa, biçimsiz bir beden ve çirkin yüzle getirmişti dünyaya; pek insana benzer bir yanı yoktu ve neredeyse bütünüyle konuşma özürlüydü. Bu kusurlarla, doğuştan olmasa bile kısa zamanda köle olması kaçınılmazdı. Ancak ruhu, başına ne gelirse gelsin, her zaman özgür kaldı.
İlk efendisi, toprak bellemesi için tarlalara gönderdi onu; belki başka bir iş yapamayacağını düşündüğü, belki de böylesine sevimsiz bir nesneyi gözünün önünden uzaklaştırmak istediği için. Günün birinde bu efendi, kırdaki evini görmeye gittiğinde bir köylü incir ikram etti ona; incirleri çok beğendi, özenle sarıp sarmaladı ve Agathopus adındaki kilercisine, hamamdan çıktığında incirleri ona getirme emrini verdi. Rastlantı bu ya, Aisoposun da evde yapacak bir işi çıkmıştı o sırada. Eve girer girmez, Agathopus fırsattan yararlandı; bir iki arkadaşıyla birlikte incirleri yediler, sonra da suçu Aisoposun üstüne attılar; o denli kekeliyor ve öylesine aptal görünüyordu ki kendini savunabileceğini düşünmediler bile. Eskilerin kölelerine uyguladığı cezalar çok acımasızdı ve bu suç, cezayı gerçekten hakediyordu. Zavallı Aisopos efendisinin ayaklarına kapandı ve elinden geldiğince söylediklerini duyurmaya çalışarak, istediği tek bağışlanmanın, cezasının bir iki saniye geciktirilmesi olduğunu söyledi. İsteği kabul edilince gidip ılık su getirdi, efendisinin önünde içti ve parmaklarını ağzına soktu; bundan sonra olan oldu ve yalnızca bu suyu geri çıkardı ağzından. Suçsuzluğunu böylece kanıtladıktan sonra ötekilerin de aynı şeyi yapmaya zorlanmalarını istedi işaretlerle. Şaşırıp kalmıştı herkes; böylesi bir buluşun Aisopostan çıkabileceği kimsenin aklına gelmemişti. Agathopus ve arkadaşları şaşırmış görünmediler. Frigyalının yaptığı gibi suyu içtiler ve parmaklarını ağızlarına soktular ama çok derine sokmamaya dikkat ettiler. Yine de su etkisini göstermekten geri kalmadı; hâlâ taptaze ve kıpkırmızı incileri ortaya döküverdi. Bu sayede Aisopos kendini kanıtladı; ona iftira edenlerse iki kat ceza gördüler, hem oburlukları hem de hayınlıkları için.
Ezop. Hayvan masallarının en eski ustası. Grekçe adının doğru yazılımıyla Aisopos. Kendi de bir masal kişisine dönüşmüş, Frigyalı eciş bücüş köle... Aisopos'un dilden dile tüm dünya yazınını etkilemiş, Eskiçağ ozanlarına, Ortaçağ masalcılarına örnek olmuş, La Fontaine'e yol göstermiş masalları, Nurullah Ataç'ın eşsiz çevirisiyle yıllar sonra bir kez daha Türkçede. Hayvanlar aracılığıyla insanı anlatıyor bize bu masallar. Hainini, sinsisini, akıllısını, yüreklisini... Sayfanın birinde kendinize de rastlayabilirsiniz?
Tadımlık
Frigyalı Aisoposun Yaşamı
Homerosun ve Aisoposun doğumlarına ilişkin güvenli bir bilgi yok elimizde: başlarından geçen en dikkate değer şeyleri bile zar zor öğreniyoruz. Bu da şaşılacak bir şey; çünkü tarih bundan daha az hoş, daha az gerekli şeyleri atmayıp saklıyor. Uluslara kıymış onca insan, hiçbir erdemi olmayan onca kral, yaşamlarını en küçük özelliklerine varana dek bize aktaracak birilerini buluyorlar da biz Aisoposun ve Homerosun, gelecek yüzyılları en çok hakeden bu iki kişinin en önemli özelliklerini bile bilmiyoruz. Homeros yalnızca tanrıların babası değildir çünkü, aynı zamanda tüm iyi ozanların atasıdır. Aisoposa gelince, gerçek bilgeliği öğreten, üstelik bilgeliğin tanımlarını ve kurallarını ortaya koyanlardan çok daha ustaca öğreten bu adamı, Yunanistanın onca övündüğü bilgeler arasında saymak gerekir. Bu iki büyük adamın yaşamları, gerçek anlamda derleme yoluyla yazılmıştır; ama bilginlerin çoğu, bu yaşam öykülerini düş ürünü sayarlar, özellikle de Planudesin yazdığını. Ben, kendi hesabıma bu eleştiriye girişmek istemedim. Planudes Aisoposun başından geçenlerin anısının henüz sönmediği bir çağda yaşadığına göre, bize bıraktıklarını, kuşaktan kuşağa aktarılmış öykülerden biliyor olmalıydı. Bu inançla, çok çocukça bulduğum ya da bir biçimde uygunsuz kaçan şeyler dışında hiçbir şey atlamadan, Aisopos üstüne söylediklerini izledim.
Aisopos, Frigyalıydı ve Amorium adında bir kasabadandı. Elli yedinci olimpiyat dolaylarında, Roma kentinin kuruluşundan yaklaşık iki yüzyıl sonra doğdu. Doğaya teşekkür mü borçluydu yoksa şikayetçi mi olmalıydı, söylemesi zor; onu çok parlak bir zihinle donatan doğa, biçimsiz bir beden ve çirkin yüzle getirmişti dünyaya; pek insana benzer bir yanı yoktu ve neredeyse bütünüyle konuşma özürlüydü. Bu kusurlarla, doğuştan olmasa bile kısa zamanda köle olması kaçınılmazdı. Ancak ruhu, başına ne gelirse gelsin, her zaman özgür kaldı.
İlk efendisi, toprak bellemesi için tarlalara gönderdi onu; belki başka bir iş yapamayacağını düşündüğü, belki de böylesine sevimsiz bir nesneyi gözünün önünden uzaklaştırmak istediği için. Günün birinde bu efendi, kırdaki evini görmeye gittiğinde bir köylü incir ikram etti ona; incirleri çok beğendi, özenle sarıp sarmaladı ve Agathopus adındaki kilercisine, hamamdan çıktığında incirleri ona getirme emrini verdi. Rastlantı bu ya, Aisoposun da evde yapacak bir işi çıkmıştı o sırada. Eve girer girmez, Agathopus fırsattan yararlandı; bir iki arkadaşıyla birlikte incirleri yediler, sonra da suçu Aisoposun üstüne attılar; o denli kekeliyor ve öylesine aptal görünüyordu ki kendini savunabileceğini düşünmediler bile. Eskilerin kölelerine uyguladığı cezalar çok acımasızdı ve bu suç, cezayı gerçekten hakediyordu. Zavallı Aisopos efendisinin ayaklarına kapandı ve elinden geldiğince söylediklerini duyurmaya çalışarak, istediği tek bağışlanmanın, cezasının bir iki saniye geciktirilmesi olduğunu söyledi. İsteği kabul edilince gidip ılık su getirdi, efendisinin önünde içti ve parmaklarını ağzına soktu; bundan sonra olan oldu ve yalnızca bu suyu geri çıkardı ağzından. Suçsuzluğunu böylece kanıtladıktan sonra ötekilerin de aynı şeyi yapmaya zorlanmalarını istedi işaretlerle. Şaşırıp kalmıştı herkes; böylesi bir buluşun Aisopostan çıkabileceği kimsenin aklına gelmemişti. Agathopus ve arkadaşları şaşırmış görünmediler. Frigyalının yaptığı gibi suyu içtiler ve parmaklarını ağızlarına soktular ama çok derine sokmamaya dikkat ettiler. Yine de su etkisini göstermekten geri kalmadı; hâlâ taptaze ve kıpkırmızı incileri ortaya döküverdi. Bu sayede Aisopos kendini kanıtladı; ona iftira edenlerse iki kat ceza gördüler, hem oburlukları hem de hayınlıkları için.
Tadımlık
Frigyalı Aisoposun Yaşamı
Homerosun ve Aisoposun doğumlarına ilişkin güvenli bir bilgi yok elimizde: başlarından geçen en dikkate değer şeyleri bile zar zor öğreniyoruz. Bu da şaşılacak bir şey; çünkü tarih bundan daha az hoş, daha az gerekli şeyleri atmayıp saklıyor. Uluslara kıymış onca insan, hiçbir erdemi olmayan onca kral, yaşamlarını en küçük özelliklerine varana dek bize aktaracak birilerini buluyorlar da biz Aisoposun ve Homerosun, gelecek yüzyılları en çok hakeden bu iki kişinin en önemli özelliklerini bile bilmiyoruz. Homeros yalnızca tanrıların babası değildir çünkü, aynı zamanda tüm iyi ozanların atasıdır. Aisoposa gelince, gerçek bilgeliği öğreten, üstelik bilgeliğin tanımlarını ve kurallarını ortaya koyanlardan çok daha ustaca öğreten bu adamı, Yunanistanın onca övündüğü bilgeler arasında saymak gerekir. Bu iki büyük adamın yaşamları, gerçek anlamda derleme yoluyla yazılmıştır; ama bilginlerin çoğu, bu yaşam öykülerini düş ürünü sayarlar, özellikle de Planudesin yazdığını. Ben, kendi hesabıma bu eleştiriye girişmek istemedim. Planudes Aisoposun başından geçenlerin anısının henüz sönmediği bir çağda yaşadığına göre, bize bıraktıklarını, kuşaktan kuşağa aktarılmış öykülerden biliyor olmalıydı. Bu inançla, çok çocukça bulduğum ya da bir biçimde uygunsuz kaçan şeyler dışında hiçbir şey atlamadan, Aisopos üstüne söylediklerini izledim.
Aisopos, Frigyalıydı ve Amorium adında bir kasabadandı. Elli yedinci olimpiyat dolaylarında, Roma kentinin kuruluşundan yaklaşık iki yüzyıl sonra doğdu. Doğaya teşekkür mü borçluydu yoksa şikayetçi mi olmalıydı, söylemesi zor; onu çok parlak bir zihinle donatan doğa, biçimsiz bir beden ve çirkin yüzle getirmişti dünyaya; pek insana benzer bir yanı yoktu ve neredeyse bütünüyle konuşma özürlüydü. Bu kusurlarla, doğuştan olmasa bile kısa zamanda köle olması kaçınılmazdı. Ancak ruhu, başına ne gelirse gelsin, her zaman özgür kaldı.
İlk efendisi, toprak bellemesi için tarlalara gönderdi onu; belki başka bir iş yapamayacağını düşündüğü, belki de böylesine sevimsiz bir nesneyi gözünün önünden uzaklaştırmak istediği için. Günün birinde bu efendi, kırdaki evini görmeye gittiğinde bir köylü incir ikram etti ona; incirleri çok beğendi, özenle sarıp sarmaladı ve Agathopus adındaki kilercisine, hamamdan çıktığında incirleri ona getirme emrini verdi. Rastlantı bu ya, Aisoposun da evde yapacak bir işi çıkmıştı o sırada. Eve girer girmez, Agathopus fırsattan yararlandı; bir iki arkadaşıyla birlikte incirleri yediler, sonra da suçu Aisoposun üstüne attılar; o denli kekeliyor ve öylesine aptal görünüyordu ki kendini savunabileceğini düşünmediler bile. Eskilerin kölelerine uyguladığı cezalar çok acımasızdı ve bu suç, cezayı gerçekten hakediyordu. Zavallı Aisopos efendisinin ayaklarına kapandı ve elinden geldiğince söylediklerini duyurmaya çalışarak, istediği tek bağışlanmanın, cezasının bir iki saniye geciktirilmesi olduğunu söyledi. İsteği kabul edilince gidip ılık su getirdi, efendisinin önünde içti ve parmaklarını ağzına soktu; bundan sonra olan oldu ve yalnızca bu suyu geri çıkardı ağzından. Suçsuzluğunu böylece kanıtladıktan sonra ötekilerin de aynı şeyi yapmaya zorlanmalarını istedi işaretlerle. Şaşırıp kalmıştı herkes; böylesi bir buluşun Aisopostan çıkabileceği kimsenin aklına gelmemişti. Agathopus ve arkadaşları şaşırmış görünmediler. Frigyalının yaptığı gibi suyu içtiler ve parmaklarını ağızlarına soktular ama çok derine sokmamaya dikkat ettiler. Yine de su etkisini göstermekten geri kalmadı; hâlâ taptaze ve kıpkırmızı incileri ortaya döküverdi. Bu sayede Aisopos kendini kanıtladı; ona iftira edenlerse iki kat ceza gördüler, hem oburlukları hem de hayınlıkları için.