9789753634465
23229
https://www.sahafium.com/kitap/anadolu-da-kan-davasi-p23229.html
Anadolu'da Kan Davası Yaşamak İçin Öldürmek
0.00
Kimi devletlerin güzel sözcüklerle bile gizlenemeyen çıkar çatışmaları; sınıfsal, etnik, dinsel veya kabilesel şiddet dünyanın çeşitli yerlerini zaman zaman yokluyor. Şiddet de "globalleşiyor" ve giderek daha korkunç boyutlar alacağının işaretlerini veriyor.
Anadolu'daki geleneksel kan davaları, günümüzde yaşanan global şiddetin yerel bir dışavurumu olarak ele alınabilir. Aileler arasımda kışkasınçlık, rekabet, çıkar mavaşı, aile namus ve şerefiyle güdülenen karışıklı öç almalar daha nereye kadar gidecek?
Kan davasını aile namus ve şerefinin korunmasına yönelik destansı bir alınyazısı olarak ele alan "romantik yaklaşım" yerine, bu şiddete toplumsal bir olgu olarak eğilmek gerekiyor. Siyasal bilimci ve hukuk sosyologu Artun Ünsal'ın kan gütme suçlusu mahkumlar arasında gerçekleştirdiği alan araştırmasını, bulguların değerlendirilmesini içeren ve önce Fransa'da Fransızca olarak yayımlanan bu çalışması, çok boyutlu bakış açısıyla Batı'da da yankı uyandırmıştı.
Tadımlık
İkinci Baskıya Önsöz Gibi... Bu insanoğlu nerede duracağını bilmiyor: Filistinden İsraile, Afganistandan Çeçenyaya, Hindistandan Pakistana, Kolombiyadan Peruya, Endonezyadan Srilankaya, Kongodan Cezayire, İspanyadan Türkiyeye, Balkanlara, New Yorktan Bağdata şiddet, kan ve gözyaşı kolgeziyor. Baş oyuncular kimi zaman devletler kimi zamansa dinsel, etnik ya da ideolojik gruplar. Büyük, küçük ölçekli çıkar savaşlarıyla özgürlük ve eşitlik savaşları, büyüğün küçüğü ezmesi veya küçüğün büyüğe başkaldırışı, karşılıklı öç almalar birbirine karışıyor. Akıllı bombalarla neşter operasyonları yapılırken bir yanda da kalaşnikoflar, el bombaları sahipsiz, intihar komandoları ise işsiz kalmıyor. Nedenleri ne olursa olsun yerel ya da küresel hiçbir şiddet operasyonunu veya eylemini mazur görmek pek kolay olmasa gerek. Gerçekten, bu insanoğlu nerede duracağını bilmiyor, bilemiyor. Süpergüç olsun bölgesel güç olsun kimi devletlerin güzel sözcüklerle de olsa gizlenemeyen çıkar çatışmaları, sınıfsal şiddet, etnik, dinsel, kabinesel şiddet Asyayı, Avrupayı, Amerikaları ve Afrikayı yer yer, zaman zaman yokluyor. Şiddet de küreselleşiyor ve giderek korkunç boyutlar almaya aday olduğunu gösteriyor. Çok daha sınırlı bir toplumsal şiddet ortamında karşımıza çıkan Anadoludaki geleneksel kan davaları, günümüzde yaşanan küresel şiddetin ancak yerel bir dışavurumu olarak ele alınabilir. Aileler arasında kıskançlık, rekabet, çıkar savaşı, aile namusu ve şerefiyle güdülenen karşılıklı öç almalarla daha nereye kadar sürüp gidecek? Aile üyeleri devletin adaletine sığınmak yerine kişisel adalet anlayışına daha ne kadar kurban olacaklar? Vandan İstanbula, Urfadan Sinopa ülkenin dört bir yanında görülen kan davalarının, toplumdaki sosyo-ekonomik, kültürel ve siyasal gelişmeler sonucunda, tümüyle ortadan kalkmasa bile en azından yerel bir sorun olmaktan çıkacağı öngörüsünü 1995te olduğu gibi bugün de koruyorum. Ne var ki, Anadoluda hatta İstanbul, İzmir, Adana gibi büyük metropollere yerleşen Anadolulu aileler arasında kan gütme cinayetlerinin hâlâ sürdüğü de bir gerçek. Dahası, kan davası nedeniyle işlenen cinayetlerin failleri için Türk Ceza Kanununda öngörülen idam cezasının 2002de kaldırılmasıyla, bundan önce daha hafif ceza alacakları için genellikle ailenin 18 yaş altındaki üyelerinin yerine getirdikleri intikam görevine talip olacakların sayısının artması da beklenebilir. Rastgele seçtiğimiz gazete haberlerinden birkaçına bakalım: Adanada oto tamircisi çırağı olarak çalışan 12 yaşındaki çocuk bugün bile bir kan davası kurbanı olabiliyor (Posta, 17 Haziran 1998); İstanbul Kartal Adliyesinde yüzlerce kişi önünde kan davası nedeniyle çifte infaz gerçekleşebiliyor (Hürriyet, 18 Mart 1998); Gaziantepte babasının intikamını alan bir genç töre için öldürdüm diyebiliyor (Hürriyet, 17 Şubat 2002); Konyada bir babanın öyküsü cezaevinden salıverildi... oğlu öldürüldü... intikam yemini etti başlığıyla verilebiliyor (Hürriyet, 24 Aralık 2000); Kırşehirde cezaevinde cinayet tutuklusu bir yakınlarını ziyaret eden beş kişi hasım aile üyeleri tarafından pusuya düşürülerek öldürülebiliyor (Hürriyet, 7 Ocak 2000). Bir başka ilde, Çorumun merkez Karapürçek köyünde bir kan davası pususu sırasında vücudunu siper edip kızını kurtaran anne ağır yaralanırken amca çocukları olan katillerin kurşunlarıyla aynı ailenin dört erkeği ölebiliyor (Hürriyet, 14 Ekim 2002); İstanbul Bakırköyde babasının ölümüne neden olduğu gerekçesiyle yengesini öldüren genç bayan kan davası iddiasını reddediyor ve onu beni sevmediği için öldürdüm diyebiliyor (Hürriyet, 24 Mart 2003). Güneydoğuda Şanlıurfa Siverekte örneğin Beşyamaç köyünde 1920lerde başlayan bir kan davası 80 yıldır sürüp giderken günümüzdeki kan davalıların bu düşmanlığın sebebini bile unuttuklarına dikkat çekiliyor; Siverekin 46 yetimli Yeniköyünde ise kadınların nöbette oldukları bildiriliyor. (Hürriyet-Pazar, 11 Mayıs 2003). Öte yandan geleneksel kan davalarının dışında da bilinçsiz öç alma duygusu sadece büyük aileleri, aşiretleri ilgilendirmiyor. Örneğin on yıl önce İskenderunda bademcik ameliyatı sırasında beş yaşındaki kızını yitiren anne kendince suçlu gördüğü ameliyatı yapan doktorun izini sürerek onu öldürebiliyor (Hürriyet, 28 Ocak 1996) ya da Aydının Çine ilçesinde köpeğini vuran komşusunun yaşamına son verecek kadar öç alma duygusu güçlü insanlara rastlanabiliyor (Hürriyet, 12 Eylül 2002). İşin ilginç yönü, TBMMde kuliste bir kavga sırasında bir milletvekilinin bir başka milletvekili tarafından öldürülmesinin ardından aynı zamanda Güneydoğudaki Şıhan aşiretinin de reisi olan maktulün yerine geçen yeğeninin, bölge milletvekillerinin yatıştırıcı çabalarının ardından kan davası gütmeyeceğiz sözünü vermesi belki de bu acı olayın en olumlu yanı sayılabilir. Ama, intikam güdüsünün kolay kolay küllenemeyeceğini de ekleyenler olacaktır elbet. Anadoluda Kan Davası öncelikle ülkemizdeki bir toplumsal yaranın nedenleri üzerinde duruyor. Ne var ki, okurlarımızın yöresel/kentsel görüntülü yerel şiddetle küresel şiddet arasında pek fark olmadığını kolaylıkla göreceklerini de düşünüyorum. Gerçekten, ist
Anadolu'daki geleneksel kan davaları, günümüzde yaşanan global şiddetin yerel bir dışavurumu olarak ele alınabilir. Aileler arasımda kışkasınçlık, rekabet, çıkar mavaşı, aile namus ve şerefiyle güdülenen karışıklı öç almalar daha nereye kadar gidecek?
Kan davasını aile namus ve şerefinin korunmasına yönelik destansı bir alınyazısı olarak ele alan "romantik yaklaşım" yerine, bu şiddete toplumsal bir olgu olarak eğilmek gerekiyor. Siyasal bilimci ve hukuk sosyologu Artun Ünsal'ın kan gütme suçlusu mahkumlar arasında gerçekleştirdiği alan araştırmasını, bulguların değerlendirilmesini içeren ve önce Fransa'da Fransızca olarak yayımlanan bu çalışması, çok boyutlu bakış açısıyla Batı'da da yankı uyandırmıştı.
Tadımlık
İkinci Baskıya Önsöz Gibi... Bu insanoğlu nerede duracağını bilmiyor: Filistinden İsraile, Afganistandan Çeçenyaya, Hindistandan Pakistana, Kolombiyadan Peruya, Endonezyadan Srilankaya, Kongodan Cezayire, İspanyadan Türkiyeye, Balkanlara, New Yorktan Bağdata şiddet, kan ve gözyaşı kolgeziyor. Baş oyuncular kimi zaman devletler kimi zamansa dinsel, etnik ya da ideolojik gruplar. Büyük, küçük ölçekli çıkar savaşlarıyla özgürlük ve eşitlik savaşları, büyüğün küçüğü ezmesi veya küçüğün büyüğe başkaldırışı, karşılıklı öç almalar birbirine karışıyor. Akıllı bombalarla neşter operasyonları yapılırken bir yanda da kalaşnikoflar, el bombaları sahipsiz, intihar komandoları ise işsiz kalmıyor. Nedenleri ne olursa olsun yerel ya da küresel hiçbir şiddet operasyonunu veya eylemini mazur görmek pek kolay olmasa gerek. Gerçekten, bu insanoğlu nerede duracağını bilmiyor, bilemiyor. Süpergüç olsun bölgesel güç olsun kimi devletlerin güzel sözcüklerle de olsa gizlenemeyen çıkar çatışmaları, sınıfsal şiddet, etnik, dinsel, kabinesel şiddet Asyayı, Avrupayı, Amerikaları ve Afrikayı yer yer, zaman zaman yokluyor. Şiddet de küreselleşiyor ve giderek korkunç boyutlar almaya aday olduğunu gösteriyor. Çok daha sınırlı bir toplumsal şiddet ortamında karşımıza çıkan Anadoludaki geleneksel kan davaları, günümüzde yaşanan küresel şiddetin ancak yerel bir dışavurumu olarak ele alınabilir. Aileler arasında kıskançlık, rekabet, çıkar savaşı, aile namusu ve şerefiyle güdülenen karşılıklı öç almalarla daha nereye kadar sürüp gidecek? Aile üyeleri devletin adaletine sığınmak yerine kişisel adalet anlayışına daha ne kadar kurban olacaklar? Vandan İstanbula, Urfadan Sinopa ülkenin dört bir yanında görülen kan davalarının, toplumdaki sosyo-ekonomik, kültürel ve siyasal gelişmeler sonucunda, tümüyle ortadan kalkmasa bile en azından yerel bir sorun olmaktan çıkacağı öngörüsünü 1995te olduğu gibi bugün de koruyorum. Ne var ki, Anadoluda hatta İstanbul, İzmir, Adana gibi büyük metropollere yerleşen Anadolulu aileler arasında kan gütme cinayetlerinin hâlâ sürdüğü de bir gerçek. Dahası, kan davası nedeniyle işlenen cinayetlerin failleri için Türk Ceza Kanununda öngörülen idam cezasının 2002de kaldırılmasıyla, bundan önce daha hafif ceza alacakları için genellikle ailenin 18 yaş altındaki üyelerinin yerine getirdikleri intikam görevine talip olacakların sayısının artması da beklenebilir. Rastgele seçtiğimiz gazete haberlerinden birkaçına bakalım: Adanada oto tamircisi çırağı olarak çalışan 12 yaşındaki çocuk bugün bile bir kan davası kurbanı olabiliyor (Posta, 17 Haziran 1998); İstanbul Kartal Adliyesinde yüzlerce kişi önünde kan davası nedeniyle çifte infaz gerçekleşebiliyor (Hürriyet, 18 Mart 1998); Gaziantepte babasının intikamını alan bir genç töre için öldürdüm diyebiliyor (Hürriyet, 17 Şubat 2002); Konyada bir babanın öyküsü cezaevinden salıverildi... oğlu öldürüldü... intikam yemini etti başlığıyla verilebiliyor (Hürriyet, 24 Aralık 2000); Kırşehirde cezaevinde cinayet tutuklusu bir yakınlarını ziyaret eden beş kişi hasım aile üyeleri tarafından pusuya düşürülerek öldürülebiliyor (Hürriyet, 7 Ocak 2000). Bir başka ilde, Çorumun merkez Karapürçek köyünde bir kan davası pususu sırasında vücudunu siper edip kızını kurtaran anne ağır yaralanırken amca çocukları olan katillerin kurşunlarıyla aynı ailenin dört erkeği ölebiliyor (Hürriyet, 14 Ekim 2002); İstanbul Bakırköyde babasının ölümüne neden olduğu gerekçesiyle yengesini öldüren genç bayan kan davası iddiasını reddediyor ve onu beni sevmediği için öldürdüm diyebiliyor (Hürriyet, 24 Mart 2003). Güneydoğuda Şanlıurfa Siverekte örneğin Beşyamaç köyünde 1920lerde başlayan bir kan davası 80 yıldır sürüp giderken günümüzdeki kan davalıların bu düşmanlığın sebebini bile unuttuklarına dikkat çekiliyor; Siverekin 46 yetimli Yeniköyünde ise kadınların nöbette oldukları bildiriliyor. (Hürriyet-Pazar, 11 Mayıs 2003). Öte yandan geleneksel kan davalarının dışında da bilinçsiz öç alma duygusu sadece büyük aileleri, aşiretleri ilgilendirmiyor. Örneğin on yıl önce İskenderunda bademcik ameliyatı sırasında beş yaşındaki kızını yitiren anne kendince suçlu gördüğü ameliyatı yapan doktorun izini sürerek onu öldürebiliyor (Hürriyet, 28 Ocak 1996) ya da Aydının Çine ilçesinde köpeğini vuran komşusunun yaşamına son verecek kadar öç alma duygusu güçlü insanlara rastlanabiliyor (Hürriyet, 12 Eylül 2002). İşin ilginç yönü, TBMMde kuliste bir kavga sırasında bir milletvekilinin bir başka milletvekili tarafından öldürülmesinin ardından aynı zamanda Güneydoğudaki Şıhan aşiretinin de reisi olan maktulün yerine geçen yeğeninin, bölge milletvekillerinin yatıştırıcı çabalarının ardından kan davası gütmeyeceğiz sözünü vermesi belki de bu acı olayın en olumlu yanı sayılabilir. Ama, intikam güdüsünün kolay kolay küllenemeyeceğini de ekleyenler olacaktır elbet. Anadoluda Kan Davası öncelikle ülkemizdeki bir toplumsal yaranın nedenleri üzerinde duruyor. Ne var ki, okurlarımızın yöresel/kentsel görüntülü yerel şiddetle küresel şiddet arasında pek fark olmadığını kolaylıkla göreceklerini de düşünüyorum. Gerçekten, ist
Kimi devletlerin güzel sözcüklerle bile gizlenemeyen çıkar çatışmaları; sınıfsal, etnik, dinsel veya kabilesel şiddet dünyanın çeşitli yerlerini zaman zaman yokluyor. Şiddet de "globalleşiyor" ve giderek daha korkunç boyutlar alacağının işaretlerini veriyor.
Anadolu'daki geleneksel kan davaları, günümüzde yaşanan global şiddetin yerel bir dışavurumu olarak ele alınabilir. Aileler arasımda kışkasınçlık, rekabet, çıkar mavaşı, aile namus ve şerefiyle güdülenen karışıklı öç almalar daha nereye kadar gidecek?
Kan davasını aile namus ve şerefinin korunmasına yönelik destansı bir alınyazısı olarak ele alan "romantik yaklaşım" yerine, bu şiddete toplumsal bir olgu olarak eğilmek gerekiyor. Siyasal bilimci ve hukuk sosyologu Artun Ünsal'ın kan gütme suçlusu mahkumlar arasında gerçekleştirdiği alan araştırmasını, bulguların değerlendirilmesini içeren ve önce Fransa'da Fransızca olarak yayımlanan bu çalışması, çok boyutlu bakış açısıyla Batı'da da yankı uyandırmıştı.
Tadımlık
İkinci Baskıya Önsöz Gibi... Bu insanoğlu nerede duracağını bilmiyor: Filistinden İsraile, Afganistandan Çeçenyaya, Hindistandan Pakistana, Kolombiyadan Peruya, Endonezyadan Srilankaya, Kongodan Cezayire, İspanyadan Türkiyeye, Balkanlara, New Yorktan Bağdata şiddet, kan ve gözyaşı kolgeziyor. Baş oyuncular kimi zaman devletler kimi zamansa dinsel, etnik ya da ideolojik gruplar. Büyük, küçük ölçekli çıkar savaşlarıyla özgürlük ve eşitlik savaşları, büyüğün küçüğü ezmesi veya küçüğün büyüğe başkaldırışı, karşılıklı öç almalar birbirine karışıyor. Akıllı bombalarla neşter operasyonları yapılırken bir yanda da kalaşnikoflar, el bombaları sahipsiz, intihar komandoları ise işsiz kalmıyor. Nedenleri ne olursa olsun yerel ya da küresel hiçbir şiddet operasyonunu veya eylemini mazur görmek pek kolay olmasa gerek. Gerçekten, bu insanoğlu nerede duracağını bilmiyor, bilemiyor. Süpergüç olsun bölgesel güç olsun kimi devletlerin güzel sözcüklerle de olsa gizlenemeyen çıkar çatışmaları, sınıfsal şiddet, etnik, dinsel, kabinesel şiddet Asyayı, Avrupayı, Amerikaları ve Afrikayı yer yer, zaman zaman yokluyor. Şiddet de küreselleşiyor ve giderek korkunç boyutlar almaya aday olduğunu gösteriyor. Çok daha sınırlı bir toplumsal şiddet ortamında karşımıza çıkan Anadoludaki geleneksel kan davaları, günümüzde yaşanan küresel şiddetin ancak yerel bir dışavurumu olarak ele alınabilir. Aileler arasında kıskançlık, rekabet, çıkar savaşı, aile namusu ve şerefiyle güdülenen karşılıklı öç almalarla daha nereye kadar sürüp gidecek? Aile üyeleri devletin adaletine sığınmak yerine kişisel adalet anlayışına daha ne kadar kurban olacaklar? Vandan İstanbula, Urfadan Sinopa ülkenin dört bir yanında görülen kan davalarının, toplumdaki sosyo-ekonomik, kültürel ve siyasal gelişmeler sonucunda, tümüyle ortadan kalkmasa bile en azından yerel bir sorun olmaktan çıkacağı öngörüsünü 1995te olduğu gibi bugün de koruyorum. Ne var ki, Anadoluda hatta İstanbul, İzmir, Adana gibi büyük metropollere yerleşen Anadolulu aileler arasında kan gütme cinayetlerinin hâlâ sürdüğü de bir gerçek. Dahası, kan davası nedeniyle işlenen cinayetlerin failleri için Türk Ceza Kanununda öngörülen idam cezasının 2002de kaldırılmasıyla, bundan önce daha hafif ceza alacakları için genellikle ailenin 18 yaş altındaki üyelerinin yerine getirdikleri intikam görevine talip olacakların sayısının artması da beklenebilir. Rastgele seçtiğimiz gazete haberlerinden birkaçına bakalım: Adanada oto tamircisi çırağı olarak çalışan 12 yaşındaki çocuk bugün bile bir kan davası kurbanı olabiliyor (Posta, 17 Haziran 1998); İstanbul Kartal Adliyesinde yüzlerce kişi önünde kan davası nedeniyle çifte infaz gerçekleşebiliyor (Hürriyet, 18 Mart 1998); Gaziantepte babasının intikamını alan bir genç töre için öldürdüm diyebiliyor (Hürriyet, 17 Şubat 2002); Konyada bir babanın öyküsü cezaevinden salıverildi... oğlu öldürüldü... intikam yemini etti başlığıyla verilebiliyor (Hürriyet, 24 Aralık 2000); Kırşehirde cezaevinde cinayet tutuklusu bir yakınlarını ziyaret eden beş kişi hasım aile üyeleri tarafından pusuya düşürülerek öldürülebiliyor (Hürriyet, 7 Ocak 2000). Bir başka ilde, Çorumun merkez Karapürçek köyünde bir kan davası pususu sırasında vücudunu siper edip kızını kurtaran anne ağır yaralanırken amca çocukları olan katillerin kurşunlarıyla aynı ailenin dört erkeği ölebiliyor (Hürriyet, 14 Ekim 2002); İstanbul Bakırköyde babasının ölümüne neden olduğu gerekçesiyle yengesini öldüren genç bayan kan davası iddiasını reddediyor ve onu beni sevmediği için öldürdüm diyebiliyor (Hürriyet, 24 Mart 2003). Güneydoğuda Şanlıurfa Siverekte örneğin Beşyamaç köyünde 1920lerde başlayan bir kan davası 80 yıldır sürüp giderken günümüzdeki kan davalıların bu düşmanlığın sebebini bile unuttuklarına dikkat çekiliyor; Siverekin 46 yetimli Yeniköyünde ise kadınların nöbette oldukları bildiriliyor. (Hürriyet-Pazar, 11 Mayıs 2003). Öte yandan geleneksel kan davalarının dışında da bilinçsiz öç alma duygusu sadece büyük aileleri, aşiretleri ilgilendirmiyor. Örneğin on yıl önce İskenderunda bademcik ameliyatı sırasında beş yaşındaki kızını yitiren anne kendince suçlu gördüğü ameliyatı yapan doktorun izini sürerek onu öldürebiliyor (Hürriyet, 28 Ocak 1996) ya da Aydının Çine ilçesinde köpeğini vuran komşusunun yaşamına son verecek kadar öç alma duygusu güçlü insanlara rastlanabiliyor (Hürriyet, 12 Eylül 2002). İşin ilginç yönü, TBMMde kuliste bir kavga sırasında bir milletvekilinin bir başka milletvekili tarafından öldürülmesinin ardından aynı zamanda Güneydoğudaki Şıhan aşiretinin de reisi olan maktulün yerine geçen yeğeninin, bölge milletvekillerinin yatıştırıcı çabalarının ardından kan davası gütmeyeceğiz sözünü vermesi belki de bu acı olayın en olumlu yanı sayılabilir. Ama, intikam güdüsünün kolay kolay küllenemeyeceğini de ekleyenler olacaktır elbet. Anadoluda Kan Davası öncelikle ülkemizdeki bir toplumsal yaranın nedenleri üzerinde duruyor. Ne var ki, okurlarımızın yöresel/kentsel görüntülü yerel şiddetle küresel şiddet arasında pek fark olmadığını kolaylıkla göreceklerini de düşünüyorum. Gerçekten, ist
Anadolu'daki geleneksel kan davaları, günümüzde yaşanan global şiddetin yerel bir dışavurumu olarak ele alınabilir. Aileler arasımda kışkasınçlık, rekabet, çıkar mavaşı, aile namus ve şerefiyle güdülenen karışıklı öç almalar daha nereye kadar gidecek?
Kan davasını aile namus ve şerefinin korunmasına yönelik destansı bir alınyazısı olarak ele alan "romantik yaklaşım" yerine, bu şiddete toplumsal bir olgu olarak eğilmek gerekiyor. Siyasal bilimci ve hukuk sosyologu Artun Ünsal'ın kan gütme suçlusu mahkumlar arasında gerçekleştirdiği alan araştırmasını, bulguların değerlendirilmesini içeren ve önce Fransa'da Fransızca olarak yayımlanan bu çalışması, çok boyutlu bakış açısıyla Batı'da da yankı uyandırmıştı.
Tadımlık
İkinci Baskıya Önsöz Gibi... Bu insanoğlu nerede duracağını bilmiyor: Filistinden İsraile, Afganistandan Çeçenyaya, Hindistandan Pakistana, Kolombiyadan Peruya, Endonezyadan Srilankaya, Kongodan Cezayire, İspanyadan Türkiyeye, Balkanlara, New Yorktan Bağdata şiddet, kan ve gözyaşı kolgeziyor. Baş oyuncular kimi zaman devletler kimi zamansa dinsel, etnik ya da ideolojik gruplar. Büyük, küçük ölçekli çıkar savaşlarıyla özgürlük ve eşitlik savaşları, büyüğün küçüğü ezmesi veya küçüğün büyüğe başkaldırışı, karşılıklı öç almalar birbirine karışıyor. Akıllı bombalarla neşter operasyonları yapılırken bir yanda da kalaşnikoflar, el bombaları sahipsiz, intihar komandoları ise işsiz kalmıyor. Nedenleri ne olursa olsun yerel ya da küresel hiçbir şiddet operasyonunu veya eylemini mazur görmek pek kolay olmasa gerek. Gerçekten, bu insanoğlu nerede duracağını bilmiyor, bilemiyor. Süpergüç olsun bölgesel güç olsun kimi devletlerin güzel sözcüklerle de olsa gizlenemeyen çıkar çatışmaları, sınıfsal şiddet, etnik, dinsel, kabinesel şiddet Asyayı, Avrupayı, Amerikaları ve Afrikayı yer yer, zaman zaman yokluyor. Şiddet de küreselleşiyor ve giderek korkunç boyutlar almaya aday olduğunu gösteriyor. Çok daha sınırlı bir toplumsal şiddet ortamında karşımıza çıkan Anadoludaki geleneksel kan davaları, günümüzde yaşanan küresel şiddetin ancak yerel bir dışavurumu olarak ele alınabilir. Aileler arasında kıskançlık, rekabet, çıkar savaşı, aile namusu ve şerefiyle güdülenen karşılıklı öç almalarla daha nereye kadar sürüp gidecek? Aile üyeleri devletin adaletine sığınmak yerine kişisel adalet anlayışına daha ne kadar kurban olacaklar? Vandan İstanbula, Urfadan Sinopa ülkenin dört bir yanında görülen kan davalarının, toplumdaki sosyo-ekonomik, kültürel ve siyasal gelişmeler sonucunda, tümüyle ortadan kalkmasa bile en azından yerel bir sorun olmaktan çıkacağı öngörüsünü 1995te olduğu gibi bugün de koruyorum. Ne var ki, Anadoluda hatta İstanbul, İzmir, Adana gibi büyük metropollere yerleşen Anadolulu aileler arasında kan gütme cinayetlerinin hâlâ sürdüğü de bir gerçek. Dahası, kan davası nedeniyle işlenen cinayetlerin failleri için Türk Ceza Kanununda öngörülen idam cezasının 2002de kaldırılmasıyla, bundan önce daha hafif ceza alacakları için genellikle ailenin 18 yaş altındaki üyelerinin yerine getirdikleri intikam görevine talip olacakların sayısının artması da beklenebilir. Rastgele seçtiğimiz gazete haberlerinden birkaçına bakalım: Adanada oto tamircisi çırağı olarak çalışan 12 yaşındaki çocuk bugün bile bir kan davası kurbanı olabiliyor (Posta, 17 Haziran 1998); İstanbul Kartal Adliyesinde yüzlerce kişi önünde kan davası nedeniyle çifte infaz gerçekleşebiliyor (Hürriyet, 18 Mart 1998); Gaziantepte babasının intikamını alan bir genç töre için öldürdüm diyebiliyor (Hürriyet, 17 Şubat 2002); Konyada bir babanın öyküsü cezaevinden salıverildi... oğlu öldürüldü... intikam yemini etti başlığıyla verilebiliyor (Hürriyet, 24 Aralık 2000); Kırşehirde cezaevinde cinayet tutuklusu bir yakınlarını ziyaret eden beş kişi hasım aile üyeleri tarafından pusuya düşürülerek öldürülebiliyor (Hürriyet, 7 Ocak 2000). Bir başka ilde, Çorumun merkez Karapürçek köyünde bir kan davası pususu sırasında vücudunu siper edip kızını kurtaran anne ağır yaralanırken amca çocukları olan katillerin kurşunlarıyla aynı ailenin dört erkeği ölebiliyor (Hürriyet, 14 Ekim 2002); İstanbul Bakırköyde babasının ölümüne neden olduğu gerekçesiyle yengesini öldüren genç bayan kan davası iddiasını reddediyor ve onu beni sevmediği için öldürdüm diyebiliyor (Hürriyet, 24 Mart 2003). Güneydoğuda Şanlıurfa Siverekte örneğin Beşyamaç köyünde 1920lerde başlayan bir kan davası 80 yıldır sürüp giderken günümüzdeki kan davalıların bu düşmanlığın sebebini bile unuttuklarına dikkat çekiliyor; Siverekin 46 yetimli Yeniköyünde ise kadınların nöbette oldukları bildiriliyor. (Hürriyet-Pazar, 11 Mayıs 2003). Öte yandan geleneksel kan davalarının dışında da bilinçsiz öç alma duygusu sadece büyük aileleri, aşiretleri ilgilendirmiyor. Örneğin on yıl önce İskenderunda bademcik ameliyatı sırasında beş yaşındaki kızını yitiren anne kendince suçlu gördüğü ameliyatı yapan doktorun izini sürerek onu öldürebiliyor (Hürriyet, 28 Ocak 1996) ya da Aydının Çine ilçesinde köpeğini vuran komşusunun yaşamına son verecek kadar öç alma duygusu güçlü insanlara rastlanabiliyor (Hürriyet, 12 Eylül 2002). İşin ilginç yönü, TBMMde kuliste bir kavga sırasında bir milletvekilinin bir başka milletvekili tarafından öldürülmesinin ardından aynı zamanda Güneydoğudaki Şıhan aşiretinin de reisi olan maktulün yerine geçen yeğeninin, bölge milletvekillerinin yatıştırıcı çabalarının ardından kan davası gütmeyeceğiz sözünü vermesi belki de bu acı olayın en olumlu yanı sayılabilir. Ama, intikam güdüsünün kolay kolay küllenemeyeceğini de ekleyenler olacaktır elbet. Anadoluda Kan Davası öncelikle ülkemizdeki bir toplumsal yaranın nedenleri üzerinde duruyor. Ne var ki, okurlarımızın yöresel/kentsel görüntülü yerel şiddetle küresel şiddet arasında pek fark olmadığını kolaylıkla göreceklerini de düşünüyorum. Gerçekten, ist