Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde...

Stok Kodu:
9789750510670
Boyut:
135-195
Sayfa Sayısı:
152
Basım Yeri:
İstanbul
Baskı:
1
Basım Tarihi:
2012-07
Kapak Türü:
Karton
Kağıt Türü:
2.Hamur
Dili:
Türkçe
0,00
9789750510670
167705
Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde...
Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde...
0.00
Abim Atatürkü çok severdi, bense Allahı. Babam, annemi ve Galatasarayı severdi, annem de Ringoyu. Babam yorgun bir adamdı. Gündüz vardiyasındayken her gün, çalıştığı taşocağında sanki onca kayayı sırtına vurup ordan oraya sürüklemiş gibi, kalan son canıyla eve gelir, çoğunlukla da tek kanallı televizyonun bitmek bilmeyen ana haber bülteni sona ermeden uyuyakalırdı, akvaryumun karşısındaki ikili koltukta.
Yaz bitince kalabalığın günbegün seyreldiği, ahalinin biz bize kalıp bıkkınlıkla merabalaşıp mahsunlaştığı, her gürültünün ikindi vakti ağır usul söndüğü bir sahil şehrini düşünün...
Boş masaları döven yağmurları, kirlenmiş kıyıları, eprimiş güneş şemsiyelerini... Buna, seksenli yılların sakaletini, iğreti kaygılarını, katıksız korku olan çaresizliğini ekleyin.
Mahir Ünsal Eriş, bir sahilde oturmuş, can sıkıntısından esneyen, kendi çocukluğuna bakıyor; renkli, yuvarlacık, pütür pütür bir çocukluk anlatıyor bize. Komen! komen! diye ateş eden oğlan bebelerini, mobiletleri, leblebi tozunu, Kaynanalar Parkını, Kız
Meslekin kızlarını, Klinsmannı, Evrenosu, Allahın yanına aldığı iyileri, kale zindanındaki prensesleri resmediyor.
Yoksulluk, hoyratlık, yalnızlık, gamsızlık, kırk mumluk sarı ampulün ışığında belli belirsiz görünüp, kayboluyor. Merhamet, taşraya uğramadan Kaf Dağına gidiyor...
Canlı, anlatma iştahıyla dolu yeni bir ses var karşımızda. Eriş, soba boyasıyla boyanmış hikâyeleriyle edebiyat şehrengizinde...
Mağlup ama baştan kaybetmişliğini bilen bir hınzırlıkla sırıtıyor okuruna...
Abim Atatürkü çok severdi, bense Allahı. Babam, annemi ve Galatasarayı severdi, annem de Ringoyu. Babam yorgun bir adamdı. Gündüz vardiyasındayken her gün, çalıştığı taşocağında sanki onca kayayı sırtına vurup ordan oraya sürüklemiş gibi, kalan son canıyla eve gelir, çoğunlukla da tek kanallı televizyonun bitmek bilmeyen ana haber bülteni sona ermeden uyuyakalırdı, akvaryumun karşısındaki ikili koltukta.
Yaz bitince kalabalığın günbegün seyreldiği, ahalinin biz bize kalıp bıkkınlıkla merabalaşıp mahsunlaştığı, her gürültünün ikindi vakti ağır usul söndüğü bir sahil şehrini düşünün...
Boş masaları döven yağmurları, kirlenmiş kıyıları, eprimiş güneş şemsiyelerini... Buna, seksenli yılların sakaletini, iğreti kaygılarını, katıksız korku olan çaresizliğini ekleyin.
Mahir Ünsal Eriş, bir sahilde oturmuş, can sıkıntısından esneyen, kendi çocukluğuna bakıyor; renkli, yuvarlacık, pütür pütür bir çocukluk anlatıyor bize. Komen! komen! diye ateş eden oğlan bebelerini, mobiletleri, leblebi tozunu, Kaynanalar Parkını, Kız
Meslekin kızlarını, Klinsmannı, Evrenosu, Allahın yanına aldığı iyileri, kale zindanındaki prensesleri resmediyor.
Yoksulluk, hoyratlık, yalnızlık, gamsızlık, kırk mumluk sarı ampulün ışığında belli belirsiz görünüp, kayboluyor. Merhamet, taşraya uğramadan Kaf Dağına gidiyor...
Canlı, anlatma iştahıyla dolu yeni bir ses var karşımızda. Eriş, soba boyasıyla boyanmış hikâyeleriyle edebiyat şehrengizinde...
Mağlup ama baştan kaybetmişliğini bilen bir hınzırlıkla sırıtıyor okuruna...
Kapat