“…Askerlerimiz, helalleşmeye ve vedalaşmaya başladılar. Bir yandan da ağlayarak birbirlerine, 'Ey birader, birbirimizin ölüsünü kâfirde bırakmayalım. Sağ kalanlarımız, ailelerimize selam götürsün ve oğullarımızın gözlerinden öpsün!' diyorlardı. Yalnız kaldıklarında ise 'Ah Rabbim, sabah ne zaman olur?' diye sabırsızca söyleniyorlardı…” “…Ardı ardına dolduran 400 top aynı anda ateşlendikçe kâfir ordusu sarsılıyor, akabinde yine aynı anda patlayan 90.000 tüfek ateşler saçıyordu. Bu gülle ve mermiler, kâfirin toplarını ve tüfeklerini ateş edemez hâle getirmişti. Dahası kâfirlerin yiyecek hiçbir şeyleri yoktu. Komutanları, sadece kuşatıldıkları küçük alanda bulunan bir miktar söğüt ağacının kabuklarını soydurarak askerlerine kumanya olarak veriyorlardı. Bu sebeple kuvvetten düşerek ölmeye başlamışlardı. Bir kısmı da dizanteriden kırılıyordu. Ölülerinin bir kısmını toprağa gömüyor, diğer kısmını ise siperlerinin önüne yığıyorlardı. Bunu gören gazilerimiz, 'Bu Rabbimin lütfundandır.' diyerek Yüce Allah'a şükrediyorlardı...” “…Han, birçok şey söyledikten sonra veziriazamı şöyle ikaz etti: 'Ey paşa oğlum! Bu hususta acele etmeyin. Her kararınızı, danışarak ve şeriata uygunluğunu gözeterek verin. Bu işler büyük işlerdir. Bütün sorumluluğu üzerinize almayın, sonra zahmet çekersiniz. Zira bu kâfir çok dönek ve güvenilmez bir kâfirdir. Ben hilesini çok gördüm. Babamın döneminde de çok hilesi görülmüştür. Aman dikkatli ve uyanık olun!'…” “…Eşyaları gelen rehinler ise veziriazam hazretlerinin türlü türlü iyiliklerinden ve cömertliklerinden hemen yüz bulmuştu. Özellikle veziriazamın kethüdası olan Osman Ağa ile Divan Efendisi Ömer Efendi gibi yeni yetişmiş nazlı çelebiler, huzurda konuşan elçiyi bir anda etkileri altına almış ve ikramlarda bulunmaya başlamışlardı…” “…Osman Kethüda ve Ömer Efendi, bu istekleri kabul ederek veziriazama söylediler. Mehmed Paşa da uygun gördü ve bu istikamette ferman buyurdu. Hâlbuki elçilerle müzakerelerde kahrolası çara hiç izin çıkmamıştı! Devlet ricali, dönen gizli kapaklı işlerden hayretler içinde kaldı…”
“…Askerlerimiz, helalleşmeye ve vedalaşmaya başladılar. Bir yandan da ağlayarak birbirlerine, 'Ey birader, birbirimizin ölüsünü kâfirde bırakmayalım. Sağ kalanlarımız, ailelerimize selam götürsün ve oğullarımızın gözlerinden öpsün!' diyorlardı. Yalnız kaldıklarında ise 'Ah Rabbim, sabah ne zaman olur?' diye sabırsızca söyleniyorlardı…” “…Ardı ardına dolduran 400 top aynı anda ateşlendikçe kâfir ordusu sarsılıyor, akabinde yine aynı anda patlayan 90.000 tüfek ateşler saçıyordu. Bu gülle ve mermiler, kâfirin toplarını ve tüfeklerini ateş edemez hâle getirmişti. Dahası kâfirlerin yiyecek hiçbir şeyleri yoktu. Komutanları, sadece kuşatıldıkları küçük alanda bulunan bir miktar söğüt ağacının kabuklarını soydurarak askerlerine kumanya olarak veriyorlardı. Bu sebeple kuvvetten düşerek ölmeye başlamışlardı. Bir kısmı da dizanteriden kırılıyordu. Ölülerinin bir kısmını toprağa gömüyor, diğer kısmını ise siperlerinin önüne yığıyorlardı. Bunu gören gazilerimiz, 'Bu Rabbimin lütfundandır.' diyerek Yüce Allah'a şükrediyorlardı...” “…Han, birçok şey söyledikten sonra veziriazamı şöyle ikaz etti: 'Ey paşa oğlum! Bu hususta acele etmeyin. Her kararınızı, danışarak ve şeriata uygunluğunu gözeterek verin. Bu işler büyük işlerdir. Bütün sorumluluğu üzerinize almayın, sonra zahmet çekersiniz. Zira bu kâfir çok dönek ve güvenilmez bir kâfirdir. Ben hilesini çok gördüm. Babamın döneminde de çok hilesi görülmüştür. Aman dikkatli ve uyanık olun!'…” “…Eşyaları gelen rehinler ise veziriazam hazretlerinin türlü türlü iyiliklerinden ve cömertliklerinden hemen yüz bulmuştu. Özellikle veziriazamın kethüdası olan Osman Ağa ile Divan Efendisi Ömer Efendi gibi yeni yetişmiş nazlı çelebiler, huzurda konuşan elçiyi bir anda etkileri altına almış ve ikramlarda bulunmaya başlamışlardı…” “…Osman Kethüda ve Ömer Efendi, bu istekleri kabul ederek veziriazama söylediler. Mehmed Paşa da uygun gördü ve bu istikamette ferman buyurdu. Hâlbuki elçilerle müzakerelerde kahrolası çara hiç izin çıkmamıştı! Devlet ricali, dönen gizli kapaklı işlerden hayretler içinde kaldı…”