Büyüsün, Yaz! Toplu Şiirler 1969 - 2005

Stok Kodu:
9789750810619
Boyut:
135-210
Sayfa Sayısı:
442
Basım Yeri:
İstanbul
Baskı:
6
Basım Tarihi:
2014-05
Kapak Türü:
Karton
Kağıt Türü:
1. Hamur
Dili:
Türkçe
0,00
9789750810619
78386
Büyüsün, Yaz!
Büyüsün, Yaz! Toplu Şiirler 1969 - 2005
0.00
"Kıskançlık duysam Hilmi'ye duyardım... Şiir denilen gizli varlığı bulan, biçimle içeriğin kutsal birleşmesini gerçekleştiren bu büyük şair, artık gençlik yıllarından uzaklaşıyor, ama ölümsüzlüğü de sırtlamış gidiyor."
- Cahit Külebi-
"Dile çok büyük planda hakim olamayan, sözü yazıyı canından sızdırmamış kimseler bu alanda at oynatamaz. Hilmi Yavuz, dil beğenisi en yüksek şairlerimizden biri."
- Cemal Süreya-
"Kendini yineleyen bir şair değildir. Hilmi Yavuz. 'Bedreddin'in ve 'Doğu Şiirleri'nin Hilmi Yavuz'u, toplumsal kesitleri şiirleştirmekte eşsiz bir düzeye varmıştı."
- Doğan Hızlan-
"Hilmi Yavuz, dili, sözü, sözcüğü arıtır, yeniden kurar ve Türkçe'yi tarihi-coğrafyasıyla kuşatır, ama şiiri orada bırakmaz... Hüzünle beslenen ve 'insani olan hiçbir şeyi' dışla bırakmayan bir duyarlık birikimiyle dokur şiirini."
- Füsun Akatlı-
"... şiirlerini biraz ürkerek, ama bambaşka bir Türkçe karşısında, sırılsıklam nhayran olarak okuyorsunuz. Sözcükleri tınılaştırırken çıkardığı lirik, insancıl sese vuruluyorsunuz. Lütfen ozanın sesini dinleyin, sözlerinden önce... Bir büyük ozana sevgiler sunarak."
- Rüştü Şardağ-

... âh bellek, acı bellek! / hem arısın sen / hem kimbilir hangi gülden kalma diken? /
ve ne uzun bir büyüsün, yaz! / gurbetler senin ülken, yalnızlar senin ülken...

Cahit Külebinin deyimiyle, Şiir denilen gizli varlığı bulan, biçimle içeriğin kutsal birleşmesini gerçekleştiren büyük şair Hilmi Yavuzun Toplu Şiirleri, Büyüsün, Yaz!da bir araya geliyor. 1969-2005 yılları arasında kaleme alınan şiirleri kapsayan Büyüsün, Yaz!, şairin sözcükleri tınılaştırırken çıkardığı lirik, insancıl sesi yakalamak isteyenler için...

Tadımlık

DEVRİM

bir gülün açılması devrimdir
bildiğin anladığın bir devrim
kimbilir nereye varmışlığımız
bir av sonu ağırlayan gözlerim
seni anmak öyle kolay değildir
denizler: biraz çocuk kalmışlığımız

bir gülün açılması devrimdir
bildiğin anladığın bir devrim
gecede bir bozkır kalmışlığımız
bakışları ağırlayan seslerim
sana bakmak öyle kolay değildir
simgeler: en çocuk yanlışlığımız


BEDREDDİN

mübalâğa akşam olur

güz, neftî dolaklarını kuşanır da gelir
yaprağın fetrete düştüğü zaman

sen ey yaz günlerini
top top ak çuhaya tebdil eyleyip
ve bir solgun gülümseme olarak
eğnine giyen şaman

buyur otur
şeyhim
samanyollarının ılık sedirine uzan
uzun, görklü ve sof
yüzünü bizden yana döndür
bize buğdayın ateşini
gözlerin tîmârını
ve hüznün vâridâtını anlat

elini elimize dokundurmadan

sen ki öldüğü yere
bir kök sümbül bırakır gibi
usulca sevdalar bırakan
ovaların ve kartalların musahibi

ne zaman diye sorma, ne zaman
yaprağın fetreti gülün kıyâmına
gülün kıyâmı ağacın isyânına
dönerse işte o zaman

mübalâğa akşam olur
güz, neftî dolaklarını çıkarır da gelir

elini elimize dokundurmadan


NÂZIM HİKMET

hüzün ki en çok yakışandır bize
belki de en çok anladığımız

biz ki sessiz ve yağız
bir yazın yumağını çözerek
ve ölümü bir kepenek gibi örtüp üstümüze
ovayı köpürte köpürte akan küheylân
ve günleri hoyrat bir mahmuz
ya da atlastan bir çarkıfelek
gibi döndüre döndüre
bir mapustan bir mapusa yollandığımız

biz, ey sürgünlerin nâzımı derken
tutkulu, sevecen ve yalnız
gerek acının teleğinden ve gerek
lâcivert gergefinde gecelerin
şiiri bir kuş gibi örerek
halkımız, gülün sesini savurup
bir türkünün kekiğinden tüterken
der ki, böyle yazılır sevdamız

hüzün ki en çok yakışandır bize
belki de en çok anladığımız
DOĞUNUN
DİYALEKTİĞİ

su şafağa dönüşür ve güzün felsefesi
yaprağı akarına bırakmak

günün yaşmağını örtünür ve bir tekke nefesi
gibi usulca acılanır toprak
sesin kendini güle
ve gülün kendini sessizliğe dönüştürmesi
gibi kendi kendini yağmalayarak
odur şafağı dönüştüren ölüme

bu yağma sanki yıkık hanların
ve yazından baç alınan erguvanların
üzerinden bir dağ, örneğin nurhak
olup geçmiştir
ölüm hangi denizleri gezmiştir
bilinir ama mutlak
bir büyük hasrete kolan vurarak
çıkar kalbimin önüne

bir doğudur ki o, gülerken bile bozlak
hep susmuş, evet, ve nasıl ki sevdayı
gök ekinler gibi tırpanlayarak
yeni sevdalar üretmiş, ve susmak
yeniden gök ekinler gövertmiş
gövertecek de
gurbeti sılaya bağlayarak

su şafağa dönüşür ve güzün felsefesi
yaprağı akarına bırakmak


KORUGANLAR

nerde şiirler? nerde o dili yorgun koruganlar?

ben şimdi karartılmış bir bulutun
rastgele yoldan çevirdiği bir şairim:
dilimde ay ağardı ve acılar çıktı
diye üzerimden
kimbilir nerde aranan

ben şimdi ve dâimâ kalbine
hüzünler ihbar edilen bir şairim:
söyle nerde, haydi söyle o kanayan sözlerle
sedefli güzeller?
kimbilir nerde saklanan

ben şimdi bir gülü
kendi güvenliği için
bir sevda şiirine dönüştürmeye
yargılı bir şairim, yaptığım bu işte!
soru sorma, yolları kapat ve unut
yazları ve şiirleri
kimbilir nerde yazılan


KÜLLER VE ZAMAN

Zaman, dilsiz çocuk, Zaman...
bana neler söylemek istedin?
sözcüklere yağan kardın
izini yitirdim bakışlarda
bir külün içinden okuyuşlarda
kardın, kendini küredin

Zaman, dilsiz çocuk, Zaman...
ince aşklarla yırtılan
sendin, yollarla erguvan
sunulmuş lânetli kışlardan
aldığım belirsiz dokunuşlardan
kopan tenini dinledin

Zaman, dilsiz çocuk, Zaman...
sözcüklerin ardında duran
melektin, kendini okuyan
Sözün geldiği durumu
yaprak ve külden olduğumu
belki onlarda söyledin

Zaman, dilsiz çocuk, Zaman...


AYNALAR VE ZAMAN

erguvanlar geçip gittiler bahçelerden
geriye sadece erguvanlar kaldı

şair! bahçelere özenecek ne vardı?
işte tenhâ her yanımız, hep tenhâ
ne aradık sözcüklerin kuytularında
ne bulduk soldukça çoğalan dilimizde?
Zamanın sırı hâlâ duruyor olmalı ki üzerimizde
biz bakınca görünen aynalardı

nasıl var olduysanız öyle kayboldulardı
bir yazın tiniyle bir güzün bedeni
hem birleşti hem de ayrıldı sizde
şair! gördünüz kimbilir kaç aşkın battığını
o derin sulara kapılmış şiirlerinizde...
nedeni, ne kayalar ne fırtınalardı:

kuytulardı, geçip gittiler sözlerimizden
geriye sadece kuytular kaldı


TEN SONNETSİ

ben tenime yürürüm; tenim benim gereksiz
et parçası, atılmış, duruyor bir kenarda...
âh, aşklar vardır şimdi, amaçsız ve ereksiz
birlikte dolaşırlar; yırtıcı ve hovarda...
belleğim? bir kurttur o! dâimâ ipe sapa
gelmeyen birşeyleri parçalıyor... kemirgen!
aşk uzakta
"Kıskançlık duysam Hilmi'ye duyardım... Şiir denilen gizli varlığı bulan, biçimle içeriğin kutsal birleşmesini gerçekleştiren bu büyük şair, artık gençlik yıllarından uzaklaşıyor, ama ölümsüzlüğü de sırtlamış gidiyor."
- Cahit Külebi-
"Dile çok büyük planda hakim olamayan, sözü yazıyı canından sızdırmamış kimseler bu alanda at oynatamaz. Hilmi Yavuz, dil beğenisi en yüksek şairlerimizden biri."
- Cemal Süreya-
"Kendini yineleyen bir şair değildir. Hilmi Yavuz. 'Bedreddin'in ve 'Doğu Şiirleri'nin Hilmi Yavuz'u, toplumsal kesitleri şiirleştirmekte eşsiz bir düzeye varmıştı."
- Doğan Hızlan-
"Hilmi Yavuz, dili, sözü, sözcüğü arıtır, yeniden kurar ve Türkçe'yi tarihi-coğrafyasıyla kuşatır, ama şiiri orada bırakmaz... Hüzünle beslenen ve 'insani olan hiçbir şeyi' dışla bırakmayan bir duyarlık birikimiyle dokur şiirini."
- Füsun Akatlı-
"... şiirlerini biraz ürkerek, ama bambaşka bir Türkçe karşısında, sırılsıklam nhayran olarak okuyorsunuz. Sözcükleri tınılaştırırken çıkardığı lirik, insancıl sese vuruluyorsunuz. Lütfen ozanın sesini dinleyin, sözlerinden önce... Bir büyük ozana sevgiler sunarak."
- Rüştü Şardağ-

... âh bellek, acı bellek! / hem arısın sen / hem kimbilir hangi gülden kalma diken? /
ve ne uzun bir büyüsün, yaz! / gurbetler senin ülken, yalnızlar senin ülken...

Cahit Külebinin deyimiyle, Şiir denilen gizli varlığı bulan, biçimle içeriğin kutsal birleşmesini gerçekleştiren büyük şair Hilmi Yavuzun Toplu Şiirleri, Büyüsün, Yaz!da bir araya geliyor. 1969-2005 yılları arasında kaleme alınan şiirleri kapsayan Büyüsün, Yaz!, şairin sözcükleri tınılaştırırken çıkardığı lirik, insancıl sesi yakalamak isteyenler için...

Tadımlık

DEVRİM

bir gülün açılması devrimdir
bildiğin anladığın bir devrim
kimbilir nereye varmışlığımız
bir av sonu ağırlayan gözlerim
seni anmak öyle kolay değildir
denizler: biraz çocuk kalmışlığımız

bir gülün açılması devrimdir
bildiğin anladığın bir devrim
gecede bir bozkır kalmışlığımız
bakışları ağırlayan seslerim
sana bakmak öyle kolay değildir
simgeler: en çocuk yanlışlığımız


BEDREDDİN

mübalâğa akşam olur

güz, neftî dolaklarını kuşanır da gelir
yaprağın fetrete düştüğü zaman

sen ey yaz günlerini
top top ak çuhaya tebdil eyleyip
ve bir solgun gülümseme olarak
eğnine giyen şaman

buyur otur
şeyhim
samanyollarının ılık sedirine uzan
uzun, görklü ve sof
yüzünü bizden yana döndür
bize buğdayın ateşini
gözlerin tîmârını
ve hüznün vâridâtını anlat

elini elimize dokundurmadan

sen ki öldüğü yere
bir kök sümbül bırakır gibi
usulca sevdalar bırakan
ovaların ve kartalların musahibi

ne zaman diye sorma, ne zaman
yaprağın fetreti gülün kıyâmına
gülün kıyâmı ağacın isyânına
dönerse işte o zaman

mübalâğa akşam olur
güz, neftî dolaklarını çıkarır da gelir

elini elimize dokundurmadan


NÂZIM HİKMET

hüzün ki en çok yakışandır bize
belki de en çok anladığımız

biz ki sessiz ve yağız
bir yazın yumağını çözerek
ve ölümü bir kepenek gibi örtüp üstümüze
ovayı köpürte köpürte akan küheylân
ve günleri hoyrat bir mahmuz
ya da atlastan bir çarkıfelek
gibi döndüre döndüre
bir mapustan bir mapusa yollandığımız

biz, ey sürgünlerin nâzımı derken
tutkulu, sevecen ve yalnız
gerek acının teleğinden ve gerek
lâcivert gergefinde gecelerin
şiiri bir kuş gibi örerek
halkımız, gülün sesini savurup
bir türkünün kekiğinden tüterken
der ki, böyle yazılır sevdamız

hüzün ki en çok yakışandır bize
belki de en çok anladığımız
DOĞUNUN
DİYALEKTİĞİ

su şafağa dönüşür ve güzün felsefesi
yaprağı akarına bırakmak

günün yaşmağını örtünür ve bir tekke nefesi
gibi usulca acılanır toprak
sesin kendini güle
ve gülün kendini sessizliğe dönüştürmesi
gibi kendi kendini yağmalayarak
odur şafağı dönüştüren ölüme

bu yağma sanki yıkık hanların
ve yazından baç alınan erguvanların
üzerinden bir dağ, örneğin nurhak
olup geçmiştir
ölüm hangi denizleri gezmiştir
bilinir ama mutlak
bir büyük hasrete kolan vurarak
çıkar kalbimin önüne

bir doğudur ki o, gülerken bile bozlak
hep susmuş, evet, ve nasıl ki sevdayı
gök ekinler gibi tırpanlayarak
yeni sevdalar üretmiş, ve susmak
yeniden gök ekinler gövertmiş
gövertecek de
gurbeti sılaya bağlayarak

su şafağa dönüşür ve güzün felsefesi
yaprağı akarına bırakmak


KORUGANLAR

nerde şiirler? nerde o dili yorgun koruganlar?

ben şimdi karartılmış bir bulutun
rastgele yoldan çevirdiği bir şairim:
dilimde ay ağardı ve acılar çıktı
diye üzerimden
kimbilir nerde aranan

ben şimdi ve dâimâ kalbine
hüzünler ihbar edilen bir şairim:
söyle nerde, haydi söyle o kanayan sözlerle
sedefli güzeller?
kimbilir nerde saklanan

ben şimdi bir gülü
kendi güvenliği için
bir sevda şiirine dönüştürmeye
yargılı bir şairim, yaptığım bu işte!
soru sorma, yolları kapat ve unut
yazları ve şiirleri
kimbilir nerde yazılan


KÜLLER VE ZAMAN

Zaman, dilsiz çocuk, Zaman...
bana neler söylemek istedin?
sözcüklere yağan kardın
izini yitirdim bakışlarda
bir külün içinden okuyuşlarda
kardın, kendini küredin

Zaman, dilsiz çocuk, Zaman...
ince aşklarla yırtılan
sendin, yollarla erguvan
sunulmuş lânetli kışlardan
aldığım belirsiz dokunuşlardan
kopan tenini dinledin

Zaman, dilsiz çocuk, Zaman...
sözcüklerin ardında duran
melektin, kendini okuyan
Sözün geldiği durumu
yaprak ve külden olduğumu
belki onlarda söyledin

Zaman, dilsiz çocuk, Zaman...


AYNALAR VE ZAMAN

erguvanlar geçip gittiler bahçelerden
geriye sadece erguvanlar kaldı

şair! bahçelere özenecek ne vardı?
işte tenhâ her yanımız, hep tenhâ
ne aradık sözcüklerin kuytularında
ne bulduk soldukça çoğalan dilimizde?
Zamanın sırı hâlâ duruyor olmalı ki üzerimizde
biz bakınca görünen aynalardı

nasıl var olduysanız öyle kayboldulardı
bir yazın tiniyle bir güzün bedeni
hem birleşti hem de ayrıldı sizde
şair! gördünüz kimbilir kaç aşkın battığını
o derin sulara kapılmış şiirlerinizde...
nedeni, ne kayalar ne fırtınalardı:

kuytulardı, geçip gittiler sözlerimizden
geriye sadece kuytular kaldı


TEN SONNETSİ

ben tenime yürürüm; tenim benim gereksiz
et parçası, atılmış, duruyor bir kenarda...
âh, aşklar vardır şimdi, amaçsız ve ereksiz
birlikte dolaşırlar; yırtıcı ve hovarda...
belleğim? bir kurttur o! dâimâ ipe sapa
gelmeyen birşeyleri parçalıyor... kemirgen!
aşk uzakta
Kapat