9789750810619
78386
https://www.sahafium.com/kitap/buyusun-yaz-p78386.html
Büyüsün, Yaz! Toplu Şiirler 1969 - 2005
0.00
"Kıskançlık duysam Hilmi'ye duyardım... Şiir denilen gizli varlığı bulan, biçimle içeriğin kutsal birleşmesini gerçekleştiren bu büyük şair, artık gençlik yıllarından uzaklaşıyor, ama ölümsüzlüğü de sırtlamış gidiyor."
- Cahit Külebi-
"Dile çok büyük planda hakim olamayan, sözü yazıyı canından sızdırmamış kimseler bu alanda at oynatamaz. Hilmi Yavuz, dil beğenisi en yüksek şairlerimizden biri."
- Cemal Süreya-
"Kendini yineleyen bir şair değildir. Hilmi Yavuz. 'Bedreddin'in ve 'Doğu Şiirleri'nin Hilmi Yavuz'u, toplumsal kesitleri şiirleştirmekte eşsiz bir düzeye varmıştı."
- Doğan Hızlan-
"Hilmi Yavuz, dili, sözü, sözcüğü arıtır, yeniden kurar ve Türkçe'yi tarihi-coğrafyasıyla kuşatır, ama şiiri orada bırakmaz... Hüzünle beslenen ve 'insani olan hiçbir şeyi' dışla bırakmayan bir duyarlık birikimiyle dokur şiirini."
- Füsun Akatlı-
"... şiirlerini biraz ürkerek, ama bambaşka bir Türkçe karşısında, sırılsıklam nhayran olarak okuyorsunuz. Sözcükleri tınılaştırırken çıkardığı lirik, insancıl sese vuruluyorsunuz. Lütfen ozanın sesini dinleyin, sözlerinden önce... Bir büyük ozana sevgiler sunarak."
- Rüştü Şardağ-
... âh bellek, acı bellek! / hem arısın sen / hem kimbilir hangi gülden kalma diken? /
ve ne uzun bir büyüsün, yaz! / gurbetler senin ülken, yalnızlar senin ülken...
Cahit Külebinin deyimiyle, Şiir denilen gizli varlığı bulan, biçimle içeriğin kutsal birleşmesini gerçekleştiren büyük şair Hilmi Yavuzun Toplu Şiirleri, Büyüsün, Yaz!da bir araya geliyor. 1969-2005 yılları arasında kaleme alınan şiirleri kapsayan Büyüsün, Yaz!, şairin sözcükleri tınılaştırırken çıkardığı lirik, insancıl sesi yakalamak isteyenler için...
Tadımlık
DEVRİM
bir gülün açılması devrimdir
bildiğin anladığın bir devrim
kimbilir nereye varmışlığımız
bir av sonu ağırlayan gözlerim
seni anmak öyle kolay değildir
denizler: biraz çocuk kalmışlığımız
bir gülün açılması devrimdir
bildiğin anladığın bir devrim
gecede bir bozkır kalmışlığımız
bakışları ağırlayan seslerim
sana bakmak öyle kolay değildir
simgeler: en çocuk yanlışlığımız
BEDREDDİN
mübalâğa akşam olur
güz, neftî dolaklarını kuşanır da gelir
yaprağın fetrete düştüğü zaman
sen ey yaz günlerini
top top ak çuhaya tebdil eyleyip
ve bir solgun gülümseme olarak
eğnine giyen şaman
buyur otur
şeyhim
samanyollarının ılık sedirine uzan
uzun, görklü ve sof
yüzünü bizden yana döndür
bize buğdayın ateşini
gözlerin tîmârını
ve hüznün vâridâtını anlat
elini elimize dokundurmadan
sen ki öldüğü yere
bir kök sümbül bırakır gibi
usulca sevdalar bırakan
ovaların ve kartalların musahibi
ne zaman diye sorma, ne zaman
yaprağın fetreti gülün kıyâmına
gülün kıyâmı ağacın isyânına
dönerse işte o zaman
mübalâğa akşam olur
güz, neftî dolaklarını çıkarır da gelir
elini elimize dokundurmadan
NÂZIM HİKMET
hüzün ki en çok yakışandır bize
belki de en çok anladığımız
biz ki sessiz ve yağız
bir yazın yumağını çözerek
ve ölümü bir kepenek gibi örtüp üstümüze
ovayı köpürte köpürte akan küheylân
ve günleri hoyrat bir mahmuz
ya da atlastan bir çarkıfelek
gibi döndüre döndüre
bir mapustan bir mapusa yollandığımız
biz, ey sürgünlerin nâzımı derken
tutkulu, sevecen ve yalnız
gerek acının teleğinden ve gerek
lâcivert gergefinde gecelerin
şiiri bir kuş gibi örerek
halkımız, gülün sesini savurup
bir türkünün kekiğinden tüterken
der ki, böyle yazılır sevdamız
hüzün ki en çok yakışandır bize
belki de en çok anladığımız
DOĞUNUN
DİYALEKTİĞİ
su şafağa dönüşür ve güzün felsefesi
yaprağı akarına bırakmak
günün yaşmağını örtünür ve bir tekke nefesi
gibi usulca acılanır toprak
sesin kendini güle
ve gülün kendini sessizliğe dönüştürmesi
gibi kendi kendini yağmalayarak
odur şafağı dönüştüren ölüme
bu yağma sanki yıkık hanların
ve yazından baç alınan erguvanların
üzerinden bir dağ, örneğin nurhak
olup geçmiştir
ölüm hangi denizleri gezmiştir
bilinir ama mutlak
bir büyük hasrete kolan vurarak
çıkar kalbimin önüne
bir doğudur ki o, gülerken bile bozlak
hep susmuş, evet, ve nasıl ki sevdayı
gök ekinler gibi tırpanlayarak
yeni sevdalar üretmiş, ve susmak
yeniden gök ekinler gövertmiş
gövertecek de
gurbeti sılaya bağlayarak
su şafağa dönüşür ve güzün felsefesi
yaprağı akarına bırakmak
KORUGANLAR
nerde şiirler? nerde o dili yorgun koruganlar?
ben şimdi karartılmış bir bulutun
rastgele yoldan çevirdiği bir şairim:
dilimde ay ağardı ve acılar çıktı
diye üzerimden
kimbilir nerde aranan
ben şimdi ve dâimâ kalbine
hüzünler ihbar edilen bir şairim:
söyle nerde, haydi söyle o kanayan sözlerle
sedefli güzeller?
kimbilir nerde saklanan
ben şimdi bir gülü
kendi güvenliği için
bir sevda şiirine dönüştürmeye
yargılı bir şairim, yaptığım bu işte!
soru sorma, yolları kapat ve unut
yazları ve şiirleri
kimbilir nerde yazılan
KÜLLER VE ZAMAN
Zaman, dilsiz çocuk, Zaman...
bana neler söylemek istedin?
sözcüklere yağan kardın
izini yitirdim bakışlarda
bir külün içinden okuyuşlarda
kardın, kendini küredin
Zaman, dilsiz çocuk, Zaman...
ince aşklarla yırtılan
sendin, yollarla erguvan
sunulmuş lânetli kışlardan
aldığım belirsiz dokunuşlardan
kopan tenini dinledin
Zaman, dilsiz çocuk, Zaman...
sözcüklerin ardında duran
melektin, kendini okuyan
Sözün geldiği durumu
yaprak ve külden olduğumu
belki onlarda söyledin
Zaman, dilsiz çocuk, Zaman...
AYNALAR VE ZAMAN
erguvanlar geçip gittiler bahçelerden
geriye sadece erguvanlar kaldı
şair! bahçelere özenecek ne vardı?
işte tenhâ her yanımız, hep tenhâ
ne aradık sözcüklerin kuytularında
ne bulduk soldukça çoğalan dilimizde?
Zamanın sırı hâlâ duruyor olmalı ki üzerimizde
biz bakınca görünen aynalardı
nasıl var olduysanız öyle kayboldulardı
bir yazın tiniyle bir güzün bedeni
hem birleşti hem de ayrıldı sizde
şair! gördünüz kimbilir kaç aşkın battığını
o derin sulara kapılmış şiirlerinizde...
nedeni, ne kayalar ne fırtınalardı:
kuytulardı, geçip gittiler sözlerimizden
geriye sadece kuytular kaldı
TEN SONNETSİ
ben tenime yürürüm; tenim benim gereksiz
et parçası, atılmış, duruyor bir kenarda...
âh, aşklar vardır şimdi, amaçsız ve ereksiz
birlikte dolaşırlar; yırtıcı ve hovarda...
belleğim? bir kurttur o! dâimâ ipe sapa
gelmeyen birşeyleri parçalıyor... kemirgen!
aşk uzakta
- Cahit Külebi-
"Dile çok büyük planda hakim olamayan, sözü yazıyı canından sızdırmamış kimseler bu alanda at oynatamaz. Hilmi Yavuz, dil beğenisi en yüksek şairlerimizden biri."
- Cemal Süreya-
"Kendini yineleyen bir şair değildir. Hilmi Yavuz. 'Bedreddin'in ve 'Doğu Şiirleri'nin Hilmi Yavuz'u, toplumsal kesitleri şiirleştirmekte eşsiz bir düzeye varmıştı."
- Doğan Hızlan-
"Hilmi Yavuz, dili, sözü, sözcüğü arıtır, yeniden kurar ve Türkçe'yi tarihi-coğrafyasıyla kuşatır, ama şiiri orada bırakmaz... Hüzünle beslenen ve 'insani olan hiçbir şeyi' dışla bırakmayan bir duyarlık birikimiyle dokur şiirini."
- Füsun Akatlı-
"... şiirlerini biraz ürkerek, ama bambaşka bir Türkçe karşısında, sırılsıklam nhayran olarak okuyorsunuz. Sözcükleri tınılaştırırken çıkardığı lirik, insancıl sese vuruluyorsunuz. Lütfen ozanın sesini dinleyin, sözlerinden önce... Bir büyük ozana sevgiler sunarak."
- Rüştü Şardağ-
... âh bellek, acı bellek! / hem arısın sen / hem kimbilir hangi gülden kalma diken? /
ve ne uzun bir büyüsün, yaz! / gurbetler senin ülken, yalnızlar senin ülken...
Cahit Külebinin deyimiyle, Şiir denilen gizli varlığı bulan, biçimle içeriğin kutsal birleşmesini gerçekleştiren büyük şair Hilmi Yavuzun Toplu Şiirleri, Büyüsün, Yaz!da bir araya geliyor. 1969-2005 yılları arasında kaleme alınan şiirleri kapsayan Büyüsün, Yaz!, şairin sözcükleri tınılaştırırken çıkardığı lirik, insancıl sesi yakalamak isteyenler için...
Tadımlık
DEVRİM
bir gülün açılması devrimdir
bildiğin anladığın bir devrim
kimbilir nereye varmışlığımız
bir av sonu ağırlayan gözlerim
seni anmak öyle kolay değildir
denizler: biraz çocuk kalmışlığımız
bir gülün açılması devrimdir
bildiğin anladığın bir devrim
gecede bir bozkır kalmışlığımız
bakışları ağırlayan seslerim
sana bakmak öyle kolay değildir
simgeler: en çocuk yanlışlığımız
BEDREDDİN
mübalâğa akşam olur
güz, neftî dolaklarını kuşanır da gelir
yaprağın fetrete düştüğü zaman
sen ey yaz günlerini
top top ak çuhaya tebdil eyleyip
ve bir solgun gülümseme olarak
eğnine giyen şaman
buyur otur
şeyhim
samanyollarının ılık sedirine uzan
uzun, görklü ve sof
yüzünü bizden yana döndür
bize buğdayın ateşini
gözlerin tîmârını
ve hüznün vâridâtını anlat
elini elimize dokundurmadan
sen ki öldüğü yere
bir kök sümbül bırakır gibi
usulca sevdalar bırakan
ovaların ve kartalların musahibi
ne zaman diye sorma, ne zaman
yaprağın fetreti gülün kıyâmına
gülün kıyâmı ağacın isyânına
dönerse işte o zaman
mübalâğa akşam olur
güz, neftî dolaklarını çıkarır da gelir
elini elimize dokundurmadan
NÂZIM HİKMET
hüzün ki en çok yakışandır bize
belki de en çok anladığımız
biz ki sessiz ve yağız
bir yazın yumağını çözerek
ve ölümü bir kepenek gibi örtüp üstümüze
ovayı köpürte köpürte akan küheylân
ve günleri hoyrat bir mahmuz
ya da atlastan bir çarkıfelek
gibi döndüre döndüre
bir mapustan bir mapusa yollandığımız
biz, ey sürgünlerin nâzımı derken
tutkulu, sevecen ve yalnız
gerek acının teleğinden ve gerek
lâcivert gergefinde gecelerin
şiiri bir kuş gibi örerek
halkımız, gülün sesini savurup
bir türkünün kekiğinden tüterken
der ki, böyle yazılır sevdamız
hüzün ki en çok yakışandır bize
belki de en çok anladığımız
DOĞUNUN
DİYALEKTİĞİ
su şafağa dönüşür ve güzün felsefesi
yaprağı akarına bırakmak
günün yaşmağını örtünür ve bir tekke nefesi
gibi usulca acılanır toprak
sesin kendini güle
ve gülün kendini sessizliğe dönüştürmesi
gibi kendi kendini yağmalayarak
odur şafağı dönüştüren ölüme
bu yağma sanki yıkık hanların
ve yazından baç alınan erguvanların
üzerinden bir dağ, örneğin nurhak
olup geçmiştir
ölüm hangi denizleri gezmiştir
bilinir ama mutlak
bir büyük hasrete kolan vurarak
çıkar kalbimin önüne
bir doğudur ki o, gülerken bile bozlak
hep susmuş, evet, ve nasıl ki sevdayı
gök ekinler gibi tırpanlayarak
yeni sevdalar üretmiş, ve susmak
yeniden gök ekinler gövertmiş
gövertecek de
gurbeti sılaya bağlayarak
su şafağa dönüşür ve güzün felsefesi
yaprağı akarına bırakmak
KORUGANLAR
nerde şiirler? nerde o dili yorgun koruganlar?
ben şimdi karartılmış bir bulutun
rastgele yoldan çevirdiği bir şairim:
dilimde ay ağardı ve acılar çıktı
diye üzerimden
kimbilir nerde aranan
ben şimdi ve dâimâ kalbine
hüzünler ihbar edilen bir şairim:
söyle nerde, haydi söyle o kanayan sözlerle
sedefli güzeller?
kimbilir nerde saklanan
ben şimdi bir gülü
kendi güvenliği için
bir sevda şiirine dönüştürmeye
yargılı bir şairim, yaptığım bu işte!
soru sorma, yolları kapat ve unut
yazları ve şiirleri
kimbilir nerde yazılan
KÜLLER VE ZAMAN
Zaman, dilsiz çocuk, Zaman...
bana neler söylemek istedin?
sözcüklere yağan kardın
izini yitirdim bakışlarda
bir külün içinden okuyuşlarda
kardın, kendini küredin
Zaman, dilsiz çocuk, Zaman...
ince aşklarla yırtılan
sendin, yollarla erguvan
sunulmuş lânetli kışlardan
aldığım belirsiz dokunuşlardan
kopan tenini dinledin
Zaman, dilsiz çocuk, Zaman...
sözcüklerin ardında duran
melektin, kendini okuyan
Sözün geldiği durumu
yaprak ve külden olduğumu
belki onlarda söyledin
Zaman, dilsiz çocuk, Zaman...
AYNALAR VE ZAMAN
erguvanlar geçip gittiler bahçelerden
geriye sadece erguvanlar kaldı
şair! bahçelere özenecek ne vardı?
işte tenhâ her yanımız, hep tenhâ
ne aradık sözcüklerin kuytularında
ne bulduk soldukça çoğalan dilimizde?
Zamanın sırı hâlâ duruyor olmalı ki üzerimizde
biz bakınca görünen aynalardı
nasıl var olduysanız öyle kayboldulardı
bir yazın tiniyle bir güzün bedeni
hem birleşti hem de ayrıldı sizde
şair! gördünüz kimbilir kaç aşkın battığını
o derin sulara kapılmış şiirlerinizde...
nedeni, ne kayalar ne fırtınalardı:
kuytulardı, geçip gittiler sözlerimizden
geriye sadece kuytular kaldı
TEN SONNETSİ
ben tenime yürürüm; tenim benim gereksiz
et parçası, atılmış, duruyor bir kenarda...
âh, aşklar vardır şimdi, amaçsız ve ereksiz
birlikte dolaşırlar; yırtıcı ve hovarda...
belleğim? bir kurttur o! dâimâ ipe sapa
gelmeyen birşeyleri parçalıyor... kemirgen!
aşk uzakta
"Kıskançlık duysam Hilmi'ye duyardım... Şiir denilen gizli varlığı bulan, biçimle içeriğin kutsal birleşmesini gerçekleştiren bu büyük şair, artık gençlik yıllarından uzaklaşıyor, ama ölümsüzlüğü de sırtlamış gidiyor."
- Cahit Külebi-
"Dile çok büyük planda hakim olamayan, sözü yazıyı canından sızdırmamış kimseler bu alanda at oynatamaz. Hilmi Yavuz, dil beğenisi en yüksek şairlerimizden biri."
- Cemal Süreya-
"Kendini yineleyen bir şair değildir. Hilmi Yavuz. 'Bedreddin'in ve 'Doğu Şiirleri'nin Hilmi Yavuz'u, toplumsal kesitleri şiirleştirmekte eşsiz bir düzeye varmıştı."
- Doğan Hızlan-
"Hilmi Yavuz, dili, sözü, sözcüğü arıtır, yeniden kurar ve Türkçe'yi tarihi-coğrafyasıyla kuşatır, ama şiiri orada bırakmaz... Hüzünle beslenen ve 'insani olan hiçbir şeyi' dışla bırakmayan bir duyarlık birikimiyle dokur şiirini."
- Füsun Akatlı-
"... şiirlerini biraz ürkerek, ama bambaşka bir Türkçe karşısında, sırılsıklam nhayran olarak okuyorsunuz. Sözcükleri tınılaştırırken çıkardığı lirik, insancıl sese vuruluyorsunuz. Lütfen ozanın sesini dinleyin, sözlerinden önce... Bir büyük ozana sevgiler sunarak."
- Rüştü Şardağ-
... âh bellek, acı bellek! / hem arısın sen / hem kimbilir hangi gülden kalma diken? /
ve ne uzun bir büyüsün, yaz! / gurbetler senin ülken, yalnızlar senin ülken...
Cahit Külebinin deyimiyle, Şiir denilen gizli varlığı bulan, biçimle içeriğin kutsal birleşmesini gerçekleştiren büyük şair Hilmi Yavuzun Toplu Şiirleri, Büyüsün, Yaz!da bir araya geliyor. 1969-2005 yılları arasında kaleme alınan şiirleri kapsayan Büyüsün, Yaz!, şairin sözcükleri tınılaştırırken çıkardığı lirik, insancıl sesi yakalamak isteyenler için...
Tadımlık
DEVRİM
bir gülün açılması devrimdir
bildiğin anladığın bir devrim
kimbilir nereye varmışlığımız
bir av sonu ağırlayan gözlerim
seni anmak öyle kolay değildir
denizler: biraz çocuk kalmışlığımız
bir gülün açılması devrimdir
bildiğin anladığın bir devrim
gecede bir bozkır kalmışlığımız
bakışları ağırlayan seslerim
sana bakmak öyle kolay değildir
simgeler: en çocuk yanlışlığımız
BEDREDDİN
mübalâğa akşam olur
güz, neftî dolaklarını kuşanır da gelir
yaprağın fetrete düştüğü zaman
sen ey yaz günlerini
top top ak çuhaya tebdil eyleyip
ve bir solgun gülümseme olarak
eğnine giyen şaman
buyur otur
şeyhim
samanyollarının ılık sedirine uzan
uzun, görklü ve sof
yüzünü bizden yana döndür
bize buğdayın ateşini
gözlerin tîmârını
ve hüznün vâridâtını anlat
elini elimize dokundurmadan
sen ki öldüğü yere
bir kök sümbül bırakır gibi
usulca sevdalar bırakan
ovaların ve kartalların musahibi
ne zaman diye sorma, ne zaman
yaprağın fetreti gülün kıyâmına
gülün kıyâmı ağacın isyânına
dönerse işte o zaman
mübalâğa akşam olur
güz, neftî dolaklarını çıkarır da gelir
elini elimize dokundurmadan
NÂZIM HİKMET
hüzün ki en çok yakışandır bize
belki de en çok anladığımız
biz ki sessiz ve yağız
bir yazın yumağını çözerek
ve ölümü bir kepenek gibi örtüp üstümüze
ovayı köpürte köpürte akan küheylân
ve günleri hoyrat bir mahmuz
ya da atlastan bir çarkıfelek
gibi döndüre döndüre
bir mapustan bir mapusa yollandığımız
biz, ey sürgünlerin nâzımı derken
tutkulu, sevecen ve yalnız
gerek acının teleğinden ve gerek
lâcivert gergefinde gecelerin
şiiri bir kuş gibi örerek
halkımız, gülün sesini savurup
bir türkünün kekiğinden tüterken
der ki, böyle yazılır sevdamız
hüzün ki en çok yakışandır bize
belki de en çok anladığımız
DOĞUNUN
DİYALEKTİĞİ
su şafağa dönüşür ve güzün felsefesi
yaprağı akarına bırakmak
günün yaşmağını örtünür ve bir tekke nefesi
gibi usulca acılanır toprak
sesin kendini güle
ve gülün kendini sessizliğe dönüştürmesi
gibi kendi kendini yağmalayarak
odur şafağı dönüştüren ölüme
bu yağma sanki yıkık hanların
ve yazından baç alınan erguvanların
üzerinden bir dağ, örneğin nurhak
olup geçmiştir
ölüm hangi denizleri gezmiştir
bilinir ama mutlak
bir büyük hasrete kolan vurarak
çıkar kalbimin önüne
bir doğudur ki o, gülerken bile bozlak
hep susmuş, evet, ve nasıl ki sevdayı
gök ekinler gibi tırpanlayarak
yeni sevdalar üretmiş, ve susmak
yeniden gök ekinler gövertmiş
gövertecek de
gurbeti sılaya bağlayarak
su şafağa dönüşür ve güzün felsefesi
yaprağı akarına bırakmak
KORUGANLAR
nerde şiirler? nerde o dili yorgun koruganlar?
ben şimdi karartılmış bir bulutun
rastgele yoldan çevirdiği bir şairim:
dilimde ay ağardı ve acılar çıktı
diye üzerimden
kimbilir nerde aranan
ben şimdi ve dâimâ kalbine
hüzünler ihbar edilen bir şairim:
söyle nerde, haydi söyle o kanayan sözlerle
sedefli güzeller?
kimbilir nerde saklanan
ben şimdi bir gülü
kendi güvenliği için
bir sevda şiirine dönüştürmeye
yargılı bir şairim, yaptığım bu işte!
soru sorma, yolları kapat ve unut
yazları ve şiirleri
kimbilir nerde yazılan
KÜLLER VE ZAMAN
Zaman, dilsiz çocuk, Zaman...
bana neler söylemek istedin?
sözcüklere yağan kardın
izini yitirdim bakışlarda
bir külün içinden okuyuşlarda
kardın, kendini küredin
Zaman, dilsiz çocuk, Zaman...
ince aşklarla yırtılan
sendin, yollarla erguvan
sunulmuş lânetli kışlardan
aldığım belirsiz dokunuşlardan
kopan tenini dinledin
Zaman, dilsiz çocuk, Zaman...
sözcüklerin ardında duran
melektin, kendini okuyan
Sözün geldiği durumu
yaprak ve külden olduğumu
belki onlarda söyledin
Zaman, dilsiz çocuk, Zaman...
AYNALAR VE ZAMAN
erguvanlar geçip gittiler bahçelerden
geriye sadece erguvanlar kaldı
şair! bahçelere özenecek ne vardı?
işte tenhâ her yanımız, hep tenhâ
ne aradık sözcüklerin kuytularında
ne bulduk soldukça çoğalan dilimizde?
Zamanın sırı hâlâ duruyor olmalı ki üzerimizde
biz bakınca görünen aynalardı
nasıl var olduysanız öyle kayboldulardı
bir yazın tiniyle bir güzün bedeni
hem birleşti hem de ayrıldı sizde
şair! gördünüz kimbilir kaç aşkın battığını
o derin sulara kapılmış şiirlerinizde...
nedeni, ne kayalar ne fırtınalardı:
kuytulardı, geçip gittiler sözlerimizden
geriye sadece kuytular kaldı
TEN SONNETSİ
ben tenime yürürüm; tenim benim gereksiz
et parçası, atılmış, duruyor bir kenarda...
âh, aşklar vardır şimdi, amaçsız ve ereksiz
birlikte dolaşırlar; yırtıcı ve hovarda...
belleğim? bir kurttur o! dâimâ ipe sapa
gelmeyen birşeyleri parçalıyor... kemirgen!
aşk uzakta
- Cahit Külebi-
"Dile çok büyük planda hakim olamayan, sözü yazıyı canından sızdırmamış kimseler bu alanda at oynatamaz. Hilmi Yavuz, dil beğenisi en yüksek şairlerimizden biri."
- Cemal Süreya-
"Kendini yineleyen bir şair değildir. Hilmi Yavuz. 'Bedreddin'in ve 'Doğu Şiirleri'nin Hilmi Yavuz'u, toplumsal kesitleri şiirleştirmekte eşsiz bir düzeye varmıştı."
- Doğan Hızlan-
"Hilmi Yavuz, dili, sözü, sözcüğü arıtır, yeniden kurar ve Türkçe'yi tarihi-coğrafyasıyla kuşatır, ama şiiri orada bırakmaz... Hüzünle beslenen ve 'insani olan hiçbir şeyi' dışla bırakmayan bir duyarlık birikimiyle dokur şiirini."
- Füsun Akatlı-
"... şiirlerini biraz ürkerek, ama bambaşka bir Türkçe karşısında, sırılsıklam nhayran olarak okuyorsunuz. Sözcükleri tınılaştırırken çıkardığı lirik, insancıl sese vuruluyorsunuz. Lütfen ozanın sesini dinleyin, sözlerinden önce... Bir büyük ozana sevgiler sunarak."
- Rüştü Şardağ-
... âh bellek, acı bellek! / hem arısın sen / hem kimbilir hangi gülden kalma diken? /
ve ne uzun bir büyüsün, yaz! / gurbetler senin ülken, yalnızlar senin ülken...
Cahit Külebinin deyimiyle, Şiir denilen gizli varlığı bulan, biçimle içeriğin kutsal birleşmesini gerçekleştiren büyük şair Hilmi Yavuzun Toplu Şiirleri, Büyüsün, Yaz!da bir araya geliyor. 1969-2005 yılları arasında kaleme alınan şiirleri kapsayan Büyüsün, Yaz!, şairin sözcükleri tınılaştırırken çıkardığı lirik, insancıl sesi yakalamak isteyenler için...
Tadımlık
DEVRİM
bir gülün açılması devrimdir
bildiğin anladığın bir devrim
kimbilir nereye varmışlığımız
bir av sonu ağırlayan gözlerim
seni anmak öyle kolay değildir
denizler: biraz çocuk kalmışlığımız
bir gülün açılması devrimdir
bildiğin anladığın bir devrim
gecede bir bozkır kalmışlığımız
bakışları ağırlayan seslerim
sana bakmak öyle kolay değildir
simgeler: en çocuk yanlışlığımız
BEDREDDİN
mübalâğa akşam olur
güz, neftî dolaklarını kuşanır da gelir
yaprağın fetrete düştüğü zaman
sen ey yaz günlerini
top top ak çuhaya tebdil eyleyip
ve bir solgun gülümseme olarak
eğnine giyen şaman
buyur otur
şeyhim
samanyollarının ılık sedirine uzan
uzun, görklü ve sof
yüzünü bizden yana döndür
bize buğdayın ateşini
gözlerin tîmârını
ve hüznün vâridâtını anlat
elini elimize dokundurmadan
sen ki öldüğü yere
bir kök sümbül bırakır gibi
usulca sevdalar bırakan
ovaların ve kartalların musahibi
ne zaman diye sorma, ne zaman
yaprağın fetreti gülün kıyâmına
gülün kıyâmı ağacın isyânına
dönerse işte o zaman
mübalâğa akşam olur
güz, neftî dolaklarını çıkarır da gelir
elini elimize dokundurmadan
NÂZIM HİKMET
hüzün ki en çok yakışandır bize
belki de en çok anladığımız
biz ki sessiz ve yağız
bir yazın yumağını çözerek
ve ölümü bir kepenek gibi örtüp üstümüze
ovayı köpürte köpürte akan küheylân
ve günleri hoyrat bir mahmuz
ya da atlastan bir çarkıfelek
gibi döndüre döndüre
bir mapustan bir mapusa yollandığımız
biz, ey sürgünlerin nâzımı derken
tutkulu, sevecen ve yalnız
gerek acının teleğinden ve gerek
lâcivert gergefinde gecelerin
şiiri bir kuş gibi örerek
halkımız, gülün sesini savurup
bir türkünün kekiğinden tüterken
der ki, böyle yazılır sevdamız
hüzün ki en çok yakışandır bize
belki de en çok anladığımız
DOĞUNUN
DİYALEKTİĞİ
su şafağa dönüşür ve güzün felsefesi
yaprağı akarına bırakmak
günün yaşmağını örtünür ve bir tekke nefesi
gibi usulca acılanır toprak
sesin kendini güle
ve gülün kendini sessizliğe dönüştürmesi
gibi kendi kendini yağmalayarak
odur şafağı dönüştüren ölüme
bu yağma sanki yıkık hanların
ve yazından baç alınan erguvanların
üzerinden bir dağ, örneğin nurhak
olup geçmiştir
ölüm hangi denizleri gezmiştir
bilinir ama mutlak
bir büyük hasrete kolan vurarak
çıkar kalbimin önüne
bir doğudur ki o, gülerken bile bozlak
hep susmuş, evet, ve nasıl ki sevdayı
gök ekinler gibi tırpanlayarak
yeni sevdalar üretmiş, ve susmak
yeniden gök ekinler gövertmiş
gövertecek de
gurbeti sılaya bağlayarak
su şafağa dönüşür ve güzün felsefesi
yaprağı akarına bırakmak
KORUGANLAR
nerde şiirler? nerde o dili yorgun koruganlar?
ben şimdi karartılmış bir bulutun
rastgele yoldan çevirdiği bir şairim:
dilimde ay ağardı ve acılar çıktı
diye üzerimden
kimbilir nerde aranan
ben şimdi ve dâimâ kalbine
hüzünler ihbar edilen bir şairim:
söyle nerde, haydi söyle o kanayan sözlerle
sedefli güzeller?
kimbilir nerde saklanan
ben şimdi bir gülü
kendi güvenliği için
bir sevda şiirine dönüştürmeye
yargılı bir şairim, yaptığım bu işte!
soru sorma, yolları kapat ve unut
yazları ve şiirleri
kimbilir nerde yazılan
KÜLLER VE ZAMAN
Zaman, dilsiz çocuk, Zaman...
bana neler söylemek istedin?
sözcüklere yağan kardın
izini yitirdim bakışlarda
bir külün içinden okuyuşlarda
kardın, kendini küredin
Zaman, dilsiz çocuk, Zaman...
ince aşklarla yırtılan
sendin, yollarla erguvan
sunulmuş lânetli kışlardan
aldığım belirsiz dokunuşlardan
kopan tenini dinledin
Zaman, dilsiz çocuk, Zaman...
sözcüklerin ardında duran
melektin, kendini okuyan
Sözün geldiği durumu
yaprak ve külden olduğumu
belki onlarda söyledin
Zaman, dilsiz çocuk, Zaman...
AYNALAR VE ZAMAN
erguvanlar geçip gittiler bahçelerden
geriye sadece erguvanlar kaldı
şair! bahçelere özenecek ne vardı?
işte tenhâ her yanımız, hep tenhâ
ne aradık sözcüklerin kuytularında
ne bulduk soldukça çoğalan dilimizde?
Zamanın sırı hâlâ duruyor olmalı ki üzerimizde
biz bakınca görünen aynalardı
nasıl var olduysanız öyle kayboldulardı
bir yazın tiniyle bir güzün bedeni
hem birleşti hem de ayrıldı sizde
şair! gördünüz kimbilir kaç aşkın battığını
o derin sulara kapılmış şiirlerinizde...
nedeni, ne kayalar ne fırtınalardı:
kuytulardı, geçip gittiler sözlerimizden
geriye sadece kuytular kaldı
TEN SONNETSİ
ben tenime yürürüm; tenim benim gereksiz
et parçası, atılmış, duruyor bir kenarda...
âh, aşklar vardır şimdi, amaçsız ve ereksiz
birlikte dolaşırlar; yırtıcı ve hovarda...
belleğim? bir kurttur o! dâimâ ipe sapa
gelmeyen birşeyleri parçalıyor... kemirgen!
aşk uzakta