9789750816482
219352
https://www.sahafium.com/kitap/keloglan-masallari-p219352.html
Keloğlan Masalları
0.00
Keloğlan Masalları
Türk masalları üzerinde çok kafa yormuş bir yazardan, herkesin ilgiyle okuyacağı bir masal kitabı daha... Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlanan bu ilginç kitapta halk arasından derlenmiş ondokuz Keloğlan masalı bir araya geliyor.
Keloğlan, aykırı ve evrensel bir kahraman. Benzerleri var, ancak bizim Keloğlanın sağı solu belli olmaz: İyi de olur, kötü de, saf görünümlü kurnaz çocuk, uysal kılıklı sert delikanlı, başlangıçta yoksul sonunda zengin, kimsesiz bir köy çocuğu iken vezirliğe yükselen talihli, evlenmek için padişahın kızını seçen gözü yukarıda bir genç, kendi hâlinde yoluna giderken canını sıkanlar için baş belâsı, devleri, dev analarını, padişahları ve bütün zalimleri dize getiren bir halk kahramanı, hattâ bunların tümü... Bir sözcü Keloğlan, bir simge, bir öncü, doğruluk, kurnazlık, iyilik, kötülük örneği.
Tadımlık
Keloğlan ile Köylüler
Bir varmış, bir yokmuş. Tanrının kulu çokmuş. Çok demesi, çok yemesi günahmış. Vaktin birinde, bir ananın bir kel oğlu varmış. Günlerden bir gün bu Keloğlan, anasına:
Ana, gel şu bizim öküzü keselim, köylüyü davet edelim. Sonra da onlar bizi sırayla davet ederler. Bir gün birinde, öteki gün birinde, geçinir gideriz demiş.
Tek öküzlerini kesmişler, köylüyü yemeğe davet etmişler. Yemişler, içmişler, hoş geçmişler. Aradan bir gün geçmiş, Keloğlanla anası sıra yemeklerini beklerken, bunların etinden yiyen köylüler bir bir gelip Keloğlanın bacasından aşağı bir kürek hayvan gübresi döküp gitmişler. Keloğlan da ocak başında durur, yemek daveti yerine gökyüzünden dökülen bu kısmete bakarmış. Bir şaşmış, iki düşünmüş, sonunda davranıp gübreleri avluya taşımış, paçalarını çemrelemiş, saman dökmüş, basa basa çiğneyip yoğurmuş. Top top tezek yapıp dizmiş. Birkaç günde kurutmuş, çuvallara doldurmuş. Yüklenip götürmüş bir yolun başına bu çuvalları. Üstüne çıkıp bir hoşça oturmuş, beklemiş. O sırada yoldan ağır bir kervan kopup gelmiş. Kervancıbaşı, Keloğlanın önüne gelince atını durdurmuş. Keloğlanın üstüne çıkıp oturduğu çuvalların içindekileri merak etmiş. Ama Keloğlan bir türlü göstermiyor, hem de ne olduğunu söylemiyormuş. Bir vakit çekişmişler, laf dolandırıp, söz yarıştırmışlar. Lâkin nafile. Keloğlanın ağzindan bir araba dolusu tekerleme dökülmüş de, kervancıbaşının merakını sindirip bastıracak, hayra medar, derdine ilâç bir tek şey sızdırmamış. Sonunda kervancıbaşı hayvanlardaki yükleri indirip kumaş balyalarını vermiş, karşılığında Keloğlanın tezek çuvallarını yükleyip yürümüş. Keloğlan da bu kumaşları eşeğine yüklemiş, sürüp köyüne gelmiş. Hem yürüyor, hem de bağırarak:
Aman, vay vay, hayvan gübresi, sığır mayısı bir para etti, bir para etti ki, pazarı altın pahasına gitti... diye durmadan söylenir, bir yandan da şıkır şıkır oynarmış. Bunu duyan komşuları hemen ahırlarına koşuşmuşlar, hayvanların altından dumanları tüten gübreleri mendillerine, torbalarına doldurup, hemen çarşı boyuna koşmuşlar.
Azıcık, sıcacık, ama tazecik; azıcık, sıcacık ama tazecik! diye mallarını överek satmaya başlamışlar. Adamın biri merak etmiş, mendili açıp içine bakmış. Bir de ne görsün! Hayvan gübresi! Adamın bağırmasıyla çarşı halkı bunların başına toplanmış, bir güzel sopa atmışlar ve çarşıdan kovalamışlar.
Yeller esmiş, rüzgârlar üfürmüş, yağmurlar yağmış, seller akmış, günler akşama, akşamlar sabaha kavuşmuş, böylece aradan bir eyyâm geçmiş. Bu Keloğlan kesip komşularına yedirdiği öküzün derisini alıp pazara satmaya götürmüş. Yolda bir köse görmüş, ona bu deriyi bir ölçek darıya satmış. Lâkin bu kösenin evi uzakmış. Keloğlana öküz derisini evine kadar götürmesini söylemiş. Keloğlan, deriyi eşeğin terkisine atmış da, darı heybesini doldurmak için kösenin evine doğru yollanmış. Gelip kapıya dayanmış.
Öküzümün derisini, kösenin bir ölçek darısına değiştim. Deriyi alacaksın, darıyı vereceksin! diye seslenmiş. Kösenin karısı da o sırada oturmuş, hovardasıyla yemek yiyormuş. Bu adamı hemen götürüp bir küpün içine saklayıp üstünü örtmüş. Kapıyı Keloğlana açmış. Deriyi almış. Kadın evin altındaki ambarı açıp bu Keloğlana bir ölçek darı ölçüp vermiş. Ama bu Keloğlan heybesinin ağzını eğip yarısını yere dökmüş. Oturup teker teker toplayıp heybesine doldurmaya başlamış.
Türk masalları üzerinde çok kafa yormuş bir yazardan, herkesin ilgiyle okuyacağı bir masal kitabı daha... Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlanan bu ilginç kitapta halk arasından derlenmiş ondokuz Keloğlan masalı bir araya geliyor.
Keloğlan, aykırı ve evrensel bir kahraman. Benzerleri var, ancak bizim Keloğlanın sağı solu belli olmaz: İyi de olur, kötü de, saf görünümlü kurnaz çocuk, uysal kılıklı sert delikanlı, başlangıçta yoksul sonunda zengin, kimsesiz bir köy çocuğu iken vezirliğe yükselen talihli, evlenmek için padişahın kızını seçen gözü yukarıda bir genç, kendi hâlinde yoluna giderken canını sıkanlar için baş belâsı, devleri, dev analarını, padişahları ve bütün zalimleri dize getiren bir halk kahramanı, hattâ bunların tümü... Bir sözcü Keloğlan, bir simge, bir öncü, doğruluk, kurnazlık, iyilik, kötülük örneği.
Tadımlık
Keloğlan ile Köylüler
Bir varmış, bir yokmuş. Tanrının kulu çokmuş. Çok demesi, çok yemesi günahmış. Vaktin birinde, bir ananın bir kel oğlu varmış. Günlerden bir gün bu Keloğlan, anasına:
Ana, gel şu bizim öküzü keselim, köylüyü davet edelim. Sonra da onlar bizi sırayla davet ederler. Bir gün birinde, öteki gün birinde, geçinir gideriz demiş.
Tek öküzlerini kesmişler, köylüyü yemeğe davet etmişler. Yemişler, içmişler, hoş geçmişler. Aradan bir gün geçmiş, Keloğlanla anası sıra yemeklerini beklerken, bunların etinden yiyen köylüler bir bir gelip Keloğlanın bacasından aşağı bir kürek hayvan gübresi döküp gitmişler. Keloğlan da ocak başında durur, yemek daveti yerine gökyüzünden dökülen bu kısmete bakarmış. Bir şaşmış, iki düşünmüş, sonunda davranıp gübreleri avluya taşımış, paçalarını çemrelemiş, saman dökmüş, basa basa çiğneyip yoğurmuş. Top top tezek yapıp dizmiş. Birkaç günde kurutmuş, çuvallara doldurmuş. Yüklenip götürmüş bir yolun başına bu çuvalları. Üstüne çıkıp bir hoşça oturmuş, beklemiş. O sırada yoldan ağır bir kervan kopup gelmiş. Kervancıbaşı, Keloğlanın önüne gelince atını durdurmuş. Keloğlanın üstüne çıkıp oturduğu çuvalların içindekileri merak etmiş. Ama Keloğlan bir türlü göstermiyor, hem de ne olduğunu söylemiyormuş. Bir vakit çekişmişler, laf dolandırıp, söz yarıştırmışlar. Lâkin nafile. Keloğlanın ağzindan bir araba dolusu tekerleme dökülmüş de, kervancıbaşının merakını sindirip bastıracak, hayra medar, derdine ilâç bir tek şey sızdırmamış. Sonunda kervancıbaşı hayvanlardaki yükleri indirip kumaş balyalarını vermiş, karşılığında Keloğlanın tezek çuvallarını yükleyip yürümüş. Keloğlan da bu kumaşları eşeğine yüklemiş, sürüp köyüne gelmiş. Hem yürüyor, hem de bağırarak:
Aman, vay vay, hayvan gübresi, sığır mayısı bir para etti, bir para etti ki, pazarı altın pahasına gitti... diye durmadan söylenir, bir yandan da şıkır şıkır oynarmış. Bunu duyan komşuları hemen ahırlarına koşuşmuşlar, hayvanların altından dumanları tüten gübreleri mendillerine, torbalarına doldurup, hemen çarşı boyuna koşmuşlar.
Azıcık, sıcacık, ama tazecik; azıcık, sıcacık ama tazecik! diye mallarını överek satmaya başlamışlar. Adamın biri merak etmiş, mendili açıp içine bakmış. Bir de ne görsün! Hayvan gübresi! Adamın bağırmasıyla çarşı halkı bunların başına toplanmış, bir güzel sopa atmışlar ve çarşıdan kovalamışlar.
Yeller esmiş, rüzgârlar üfürmüş, yağmurlar yağmış, seller akmış, günler akşama, akşamlar sabaha kavuşmuş, böylece aradan bir eyyâm geçmiş. Bu Keloğlan kesip komşularına yedirdiği öküzün derisini alıp pazara satmaya götürmüş. Yolda bir köse görmüş, ona bu deriyi bir ölçek darıya satmış. Lâkin bu kösenin evi uzakmış. Keloğlana öküz derisini evine kadar götürmesini söylemiş. Keloğlan, deriyi eşeğin terkisine atmış da, darı heybesini doldurmak için kösenin evine doğru yollanmış. Gelip kapıya dayanmış.
Öküzümün derisini, kösenin bir ölçek darısına değiştim. Deriyi alacaksın, darıyı vereceksin! diye seslenmiş. Kösenin karısı da o sırada oturmuş, hovardasıyla yemek yiyormuş. Bu adamı hemen götürüp bir küpün içine saklayıp üstünü örtmüş. Kapıyı Keloğlana açmış. Deriyi almış. Kadın evin altındaki ambarı açıp bu Keloğlana bir ölçek darı ölçüp vermiş. Ama bu Keloğlan heybesinin ağzını eğip yarısını yere dökmüş. Oturup teker teker toplayıp heybesine doldurmaya başlamış.
Keloğlan Masalları
Türk masalları üzerinde çok kafa yormuş bir yazardan, herkesin ilgiyle okuyacağı bir masal kitabı daha... Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlanan bu ilginç kitapta halk arasından derlenmiş ondokuz Keloğlan masalı bir araya geliyor.
Keloğlan, aykırı ve evrensel bir kahraman. Benzerleri var, ancak bizim Keloğlanın sağı solu belli olmaz: İyi de olur, kötü de, saf görünümlü kurnaz çocuk, uysal kılıklı sert delikanlı, başlangıçta yoksul sonunda zengin, kimsesiz bir köy çocuğu iken vezirliğe yükselen talihli, evlenmek için padişahın kızını seçen gözü yukarıda bir genç, kendi hâlinde yoluna giderken canını sıkanlar için baş belâsı, devleri, dev analarını, padişahları ve bütün zalimleri dize getiren bir halk kahramanı, hattâ bunların tümü... Bir sözcü Keloğlan, bir simge, bir öncü, doğruluk, kurnazlık, iyilik, kötülük örneği.
Tadımlık
Keloğlan ile Köylüler
Bir varmış, bir yokmuş. Tanrının kulu çokmuş. Çok demesi, çok yemesi günahmış. Vaktin birinde, bir ananın bir kel oğlu varmış. Günlerden bir gün bu Keloğlan, anasına:
Ana, gel şu bizim öküzü keselim, köylüyü davet edelim. Sonra da onlar bizi sırayla davet ederler. Bir gün birinde, öteki gün birinde, geçinir gideriz demiş.
Tek öküzlerini kesmişler, köylüyü yemeğe davet etmişler. Yemişler, içmişler, hoş geçmişler. Aradan bir gün geçmiş, Keloğlanla anası sıra yemeklerini beklerken, bunların etinden yiyen köylüler bir bir gelip Keloğlanın bacasından aşağı bir kürek hayvan gübresi döküp gitmişler. Keloğlan da ocak başında durur, yemek daveti yerine gökyüzünden dökülen bu kısmete bakarmış. Bir şaşmış, iki düşünmüş, sonunda davranıp gübreleri avluya taşımış, paçalarını çemrelemiş, saman dökmüş, basa basa çiğneyip yoğurmuş. Top top tezek yapıp dizmiş. Birkaç günde kurutmuş, çuvallara doldurmuş. Yüklenip götürmüş bir yolun başına bu çuvalları. Üstüne çıkıp bir hoşça oturmuş, beklemiş. O sırada yoldan ağır bir kervan kopup gelmiş. Kervancıbaşı, Keloğlanın önüne gelince atını durdurmuş. Keloğlanın üstüne çıkıp oturduğu çuvalların içindekileri merak etmiş. Ama Keloğlan bir türlü göstermiyor, hem de ne olduğunu söylemiyormuş. Bir vakit çekişmişler, laf dolandırıp, söz yarıştırmışlar. Lâkin nafile. Keloğlanın ağzindan bir araba dolusu tekerleme dökülmüş de, kervancıbaşının merakını sindirip bastıracak, hayra medar, derdine ilâç bir tek şey sızdırmamış. Sonunda kervancıbaşı hayvanlardaki yükleri indirip kumaş balyalarını vermiş, karşılığında Keloğlanın tezek çuvallarını yükleyip yürümüş. Keloğlan da bu kumaşları eşeğine yüklemiş, sürüp köyüne gelmiş. Hem yürüyor, hem de bağırarak:
Aman, vay vay, hayvan gübresi, sığır mayısı bir para etti, bir para etti ki, pazarı altın pahasına gitti... diye durmadan söylenir, bir yandan da şıkır şıkır oynarmış. Bunu duyan komşuları hemen ahırlarına koşuşmuşlar, hayvanların altından dumanları tüten gübreleri mendillerine, torbalarına doldurup, hemen çarşı boyuna koşmuşlar.
Azıcık, sıcacık, ama tazecik; azıcık, sıcacık ama tazecik! diye mallarını överek satmaya başlamışlar. Adamın biri merak etmiş, mendili açıp içine bakmış. Bir de ne görsün! Hayvan gübresi! Adamın bağırmasıyla çarşı halkı bunların başına toplanmış, bir güzel sopa atmışlar ve çarşıdan kovalamışlar.
Yeller esmiş, rüzgârlar üfürmüş, yağmurlar yağmış, seller akmış, günler akşama, akşamlar sabaha kavuşmuş, böylece aradan bir eyyâm geçmiş. Bu Keloğlan kesip komşularına yedirdiği öküzün derisini alıp pazara satmaya götürmüş. Yolda bir köse görmüş, ona bu deriyi bir ölçek darıya satmış. Lâkin bu kösenin evi uzakmış. Keloğlana öküz derisini evine kadar götürmesini söylemiş. Keloğlan, deriyi eşeğin terkisine atmış da, darı heybesini doldurmak için kösenin evine doğru yollanmış. Gelip kapıya dayanmış.
Öküzümün derisini, kösenin bir ölçek darısına değiştim. Deriyi alacaksın, darıyı vereceksin! diye seslenmiş. Kösenin karısı da o sırada oturmuş, hovardasıyla yemek yiyormuş. Bu adamı hemen götürüp bir küpün içine saklayıp üstünü örtmüş. Kapıyı Keloğlana açmış. Deriyi almış. Kadın evin altındaki ambarı açıp bu Keloğlana bir ölçek darı ölçüp vermiş. Ama bu Keloğlan heybesinin ağzını eğip yarısını yere dökmüş. Oturup teker teker toplayıp heybesine doldurmaya başlamış.
Türk masalları üzerinde çok kafa yormuş bir yazardan, herkesin ilgiyle okuyacağı bir masal kitabı daha... Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlanan bu ilginç kitapta halk arasından derlenmiş ondokuz Keloğlan masalı bir araya geliyor.
Keloğlan, aykırı ve evrensel bir kahraman. Benzerleri var, ancak bizim Keloğlanın sağı solu belli olmaz: İyi de olur, kötü de, saf görünümlü kurnaz çocuk, uysal kılıklı sert delikanlı, başlangıçta yoksul sonunda zengin, kimsesiz bir köy çocuğu iken vezirliğe yükselen talihli, evlenmek için padişahın kızını seçen gözü yukarıda bir genç, kendi hâlinde yoluna giderken canını sıkanlar için baş belâsı, devleri, dev analarını, padişahları ve bütün zalimleri dize getiren bir halk kahramanı, hattâ bunların tümü... Bir sözcü Keloğlan, bir simge, bir öncü, doğruluk, kurnazlık, iyilik, kötülük örneği.
Tadımlık
Keloğlan ile Köylüler
Bir varmış, bir yokmuş. Tanrının kulu çokmuş. Çok demesi, çok yemesi günahmış. Vaktin birinde, bir ananın bir kel oğlu varmış. Günlerden bir gün bu Keloğlan, anasına:
Ana, gel şu bizim öküzü keselim, köylüyü davet edelim. Sonra da onlar bizi sırayla davet ederler. Bir gün birinde, öteki gün birinde, geçinir gideriz demiş.
Tek öküzlerini kesmişler, köylüyü yemeğe davet etmişler. Yemişler, içmişler, hoş geçmişler. Aradan bir gün geçmiş, Keloğlanla anası sıra yemeklerini beklerken, bunların etinden yiyen köylüler bir bir gelip Keloğlanın bacasından aşağı bir kürek hayvan gübresi döküp gitmişler. Keloğlan da ocak başında durur, yemek daveti yerine gökyüzünden dökülen bu kısmete bakarmış. Bir şaşmış, iki düşünmüş, sonunda davranıp gübreleri avluya taşımış, paçalarını çemrelemiş, saman dökmüş, basa basa çiğneyip yoğurmuş. Top top tezek yapıp dizmiş. Birkaç günde kurutmuş, çuvallara doldurmuş. Yüklenip götürmüş bir yolun başına bu çuvalları. Üstüne çıkıp bir hoşça oturmuş, beklemiş. O sırada yoldan ağır bir kervan kopup gelmiş. Kervancıbaşı, Keloğlanın önüne gelince atını durdurmuş. Keloğlanın üstüne çıkıp oturduğu çuvalların içindekileri merak etmiş. Ama Keloğlan bir türlü göstermiyor, hem de ne olduğunu söylemiyormuş. Bir vakit çekişmişler, laf dolandırıp, söz yarıştırmışlar. Lâkin nafile. Keloğlanın ağzindan bir araba dolusu tekerleme dökülmüş de, kervancıbaşının merakını sindirip bastıracak, hayra medar, derdine ilâç bir tek şey sızdırmamış. Sonunda kervancıbaşı hayvanlardaki yükleri indirip kumaş balyalarını vermiş, karşılığında Keloğlanın tezek çuvallarını yükleyip yürümüş. Keloğlan da bu kumaşları eşeğine yüklemiş, sürüp köyüne gelmiş. Hem yürüyor, hem de bağırarak:
Aman, vay vay, hayvan gübresi, sığır mayısı bir para etti, bir para etti ki, pazarı altın pahasına gitti... diye durmadan söylenir, bir yandan da şıkır şıkır oynarmış. Bunu duyan komşuları hemen ahırlarına koşuşmuşlar, hayvanların altından dumanları tüten gübreleri mendillerine, torbalarına doldurup, hemen çarşı boyuna koşmuşlar.
Azıcık, sıcacık, ama tazecik; azıcık, sıcacık ama tazecik! diye mallarını överek satmaya başlamışlar. Adamın biri merak etmiş, mendili açıp içine bakmış. Bir de ne görsün! Hayvan gübresi! Adamın bağırmasıyla çarşı halkı bunların başına toplanmış, bir güzel sopa atmışlar ve çarşıdan kovalamışlar.
Yeller esmiş, rüzgârlar üfürmüş, yağmurlar yağmış, seller akmış, günler akşama, akşamlar sabaha kavuşmuş, böylece aradan bir eyyâm geçmiş. Bu Keloğlan kesip komşularına yedirdiği öküzün derisini alıp pazara satmaya götürmüş. Yolda bir köse görmüş, ona bu deriyi bir ölçek darıya satmış. Lâkin bu kösenin evi uzakmış. Keloğlana öküz derisini evine kadar götürmesini söylemiş. Keloğlan, deriyi eşeğin terkisine atmış da, darı heybesini doldurmak için kösenin evine doğru yollanmış. Gelip kapıya dayanmış.
Öküzümün derisini, kösenin bir ölçek darısına değiştim. Deriyi alacaksın, darıyı vereceksin! diye seslenmiş. Kösenin karısı da o sırada oturmuş, hovardasıyla yemek yiyormuş. Bu adamı hemen götürüp bir küpün içine saklayıp üstünü örtmüş. Kapıyı Keloğlana açmış. Deriyi almış. Kadın evin altındaki ambarı açıp bu Keloğlana bir ölçek darı ölçüp vermiş. Ama bu Keloğlan heybesinin ağzını eğip yarısını yere dökmüş. Oturup teker teker toplayıp heybesine doldurmaya başlamış.