1000001031200
74871
https://www.sahafium.com/kitap/kiraat-ilminin-kur-an-tefsirindeki-yeri-ve-mutevatir-kiraatlarin-yorum-p74871.html
Kıraat İlminin Kur'an Tefsirindeki Yeri ve Mütevatir Kıraatların Yorum
0.00
Pek çok bakımlardan orijinallik ve fevkalâdelik arzeden Kur an-ı Kerim, nazil olduğu günden beri insanların nazar-ı dikkatini celbetmiş, onun hak kitap olduğuna inanan da, inanmayan da onunla meşgul olma ihtiyacını hissetmiştir. Şu kadar var ki ona sıdk-u sadakatle sarılanlar, onun feyz ve bereketine nail olarak rahmetle anılmak suretiyle yaşamaya devam etmekte, aleyhte olanlar ise bâtıla örnek olmanın vebaliyle tarihin karanlık sayfalarına gömülmüşlerdir.
Beşer tarihinde, çeşitli vesilelerle, üzerinde çalışmalar yapılmış olan eserler arasında Kur an a muâdil ikinci bir eser yoktur. Herkesten önce Allah ın kitabında "hayırlı ümmet" diye vasfettiği Muhammed ümmetinin âlimleri, ellerinden geldiği, güçlerinin yettiği kadarıyle bu ilâhî kitap üzerinde, hükümleri, emirleri, zecirleri, yasakları, müjdeleri, korkutmaları, kıssaları, öğütleri, emsalleri... Bakımlarından incelemeler yaptıkları gibi, Onun Resûl-ü Ekrem (s.a.v.)den intikâl eden mütevâtir kıraaatları ve bunlar arasındaki ince farkları da -mânaya tesir etsin etmesin- tahkike tâbi tutmuşlardır. Hatta Kur an ın harfleri, harflerin oluşturduğu kelimeleri, kelimelerden meydana gelen cümleler ve âyetler ayrı ayrı inceleme ve çalışma konusu olmuştur. Ayrıca Kur an-ı Kerim, İslâmî ilimlerin en başta ve en mühim kaynağı olmak itibariyle ilmî araştırma ve mesâisini sırf Kur an a tahsis eden "ulûmu l-u Kur an = Kur ân ilimleri" tarafından, her biri Onun ayrı bir yönünü ele almak suretiyle hâlâ da bunlar üzerinde çalışmalar devam etmektedir.
Bütün bu çalışmaların gayesi, hep Kur an ı anlamak içindir. İnzâl olunduğu günden itibaren insanları mutluluğa davet eden Kur an-ı Kerim, bir ilim ve hikmet hazinesidir. "Geçmişlerin ve sonrakilerin ilmini arayan Kur an ı deşelesin" buyuran Hz. Muhammed bu bilim ve hikmet hazinesine işaret buyurmuşlardır. Tarih de şahittir ki, nazil olmaya başladığı tarihten bu yana onbeş asır geçmiş olmasına ve bu zaman zarfında, adedini yalnızca Allah ın bildiği, ancak milyonlarla demekle ifade edebileceğimiz rakamlara varan araştırmalar ve kritikleri yapılmasına rağmen, onun hikmetleri ve acâibâtı bitmemiştir, kıyamete kadar da bitmeyecektir.
Bilindiği üzere Kur an âyetlerinin hepsi aynı açıklıkta değildir. Bazılarının kolayca anlaşılması yanında, bir kısımları üzerinde derin derin düşünmek ve hatta bir çeşit altyapı telâkki edilecek bilgilere sahip olmak gerekmektedir. Bundan dolayı Kur an da mevcut çeşitli san atların, ilimlerin sırları ancak bunlara ait mukaddimeleri bilmeye bağlıdır.
İlimlere verilen değer, ya güttüğü gaye veya konularını teşkil eden ulvî meseleler veyahut da kendilerine duyulan zarurî ihtiyaçlara göre ölçülür. Bu üç unsuru, ister ayrı ayrı, ister beraberce ele aldığımız ve Kur an-ı Kerim ile olan ilişkilerini mukayese ettiğimiz zaman, Kur an ın ulviyet ve kudsiyeti, onun hizmetinde olan ilimlerin de değeri hemen ortaya çıkmaktadır. Öyle ya, insanoğlu denen bu kıymetli yaratığın iki cihan saadetini gaye edinmiş olan bu ilimlerin dayanağı, bütün faziletlerin temeli ve her hikmetin kaynağı olan Kur an-ı Kerimdir. Açıkladığımız bu sebeplerden dolayı Kur an ilimleri, yalnız tek yönleriyle değil, her üç cihetten de "en şerefli" ilimler olarak nitelenmeye lâyıktırlar.
Esasında konuyu daha geniş detaylarıyle ele alacak olursak, Kur an ın beynelmilel çapta insanlığa ışık tutabilmesi için, bugün beşerin hizmetinde olan tüm ilimlerin, Allah kelâmının, asrın idrâkine hitap edecek bir seviyeye ulaşmasında onun hizmetine girmeleri gerekmektedir. Çünkü insanın ilmî yeteneği, aklî melekesi, gücü ve kudreti ilerleyip kemâle erdikçe yüksek seviyedeki konuları ve meseleleri, bu arada da Allah ın kitabındaki incelikleri ve hikmetleri daha iyi anlayacak ve kavrayacaktır.
İslâmiyeti kabul edip onunla şereflendikleri tarihten itibaren gerek İslâm ın dünyaya yayılması ve gerekse İslâmî ilimlerin gelişmesi hususunda çok büyük gayret göstermiş olan Türk milleti, konumuz olan Tefsir ve Kıraat ilimlerine de aynı önemi vermiştir. Memleketimizin dört bucağını süsleyen kütüphanelerimizi lebâleb dolduran ecdat yadigârı eserler bunun en açık kanıtıdır. Gerçi bir kaç asırdır bu konuda biraz duraklama ve inkıta vaki olmuş ise de son zamanlarda sür atle birbirini takip ederek açılan İlahiyat Fakülteleri ve İmam-Hatip Liseleri bu açığı kapayacağa benzemektedir. Diğer yönden Kur an Kursları da, Kur an-ı Kerim in doğru bir şekilde okunmasını ve ezberlenmesini, hafızlık müessesesinin devamını temin eden feyizli ve bereketli kurumlardır. Bu üç kuruluşun, Kur an Kursu, İmam-Hatip Lisesi ve İlahiyat Fakültesi olarak, organize bir çalışma içerisine girerek, biri diğerine bağlı, belli bir eğitim ve öğretim programı uygulamaları samimi arzu ve tavsiyemizdir.
Tarihi seyri içerisinde de ulûmu l-Kur an = (Kur an ilimlerinin iki ayrı kolunu teşkil eden Tefsir ve Kıraat ilimlerinin, daha çok, birbirinden müstağni çalıştıklarına ve geliştiklerine şahit olduk. Ancak lüzum hissettikleri zaman ve gereği, ne derece ilgi istiyorsa, o kıstasta bir yardımlaşma bahis konusu olmuştur. Diğer yönden tefsirlerimizde, âyetin mânasına veya yorumuna, müfessirin kendi tercihi paralelindeki görüşüne medar olacak kıraaatlar tercih edilmiştir. Çoğu müfessirler, bu kıraatların sıhhat derecesini bile nazar-ı itibare almamıştır. Yeter ki onun fikrini takviye veya te yid etmiş olsun. Hele meseleyi bir de mezhep taassubu veya tarafgirliğine indirgeyecek olursak, durumun daha kötü boyutlara ulaştığını görmemiz mümkündür. Meselâ Mu tezile mezhebi saliklerinin pek çok mütevatir kıraati terkederek, kendi görüşlerini te yid ediyor diye şâz kıraatları, caiz olmadığı halde, tercihe kalkışmaları bunun sadece ufak bir örneğidir. Müfessirler, sadece mânaya önem verdikleri için pek çok şâz kıraati nakletmekte bir beis görmemişlerdir. Hele müfessir, edebî sanatlara ilgi duyan birisi ise, şâz kıraati, mütevatir kırâata tercih etmekten hiç çekinmemiştir. Kanaatimizce mânaya uyan bir kıraattan istifade etmeyi düşünmenin yanında, kıraatin sıhhat derecesini de nazar-ı dikkate almak gereklidir.
Kıraatla ilgili eserlere baktığımız zaman da, kurrânın manâya tesiri olmayan Resûl-ü Ekrem den mütevatiren sabit, birbirinden farklı okuyuş şekillerini birinci derece ele aldıklarını ve fakat mâna üzerinde etkili olan kıraat farklarına ikinci derecede yer verdiklerini görmekteyiz. Ebu Ali el-Hasen b. Ahmed el-Fârisî nin "el-Hucce fi l-Kırââti s-seb "i, İbni Zencele nin "Hucce-tü l-Kırâat"ı, Mekkî b. Ebî Tâlib in "el-Keşf an vücûhi l-Kırââti s-Seb "i... gibi bazı kıraat kitapları hariç, büyük bir bölümü yalnız kelimelerde vâki olan kıraat vecihlerini nakletmekle yetinmişlerdir. İbnü l-Cezerî nin "en-Neşr fi l-Kırâati l-Aşr" isimli hacimli bir eseri dahi kırâatların, ne mâna, ne illet, ne de edebî tevcihleri ile ilgili hiç bir bilgi vermemiştir. Son zamanlarda ve hal-i hazırda Türkiye de Kıraat ilmi, yalnızca Abdullah Palevî nin "Zübdetü l-Irfân" isimli eseri ile, onun haşiyesi olan ve Muhammed Emin b. Abdillâh tarafından yazılmış "Umdetü l-Hallân" takip edilerek okutulmaktadır. Genelde Kur an hafızı olanlar eğitim için tercih edilmekte, eğitimde kırâatların delâlet ettiği mânalar üzerinde hiç durulma-makta, yalnız vücûhât-ı Kur âniyenin güzel ses ve makamla okunması sağlanmaktadır. Hiç Arapça bilmiyenlerin bile bu ilmi tahsil etmesindeki hikmeti yeterince anlamak insana kolay gelmiyor. Türk mileti olarak ana dilimizin Türkçe oluşu ve Arapça eğitimi yapılan okullarda, yeterli metotlara sahip olamayışımız sebebiyle başarılı olamayışımızın da bunda büyük rolü olsa g
Beşer tarihinde, çeşitli vesilelerle, üzerinde çalışmalar yapılmış olan eserler arasında Kur an a muâdil ikinci bir eser yoktur. Herkesten önce Allah ın kitabında "hayırlı ümmet" diye vasfettiği Muhammed ümmetinin âlimleri, ellerinden geldiği, güçlerinin yettiği kadarıyle bu ilâhî kitap üzerinde, hükümleri, emirleri, zecirleri, yasakları, müjdeleri, korkutmaları, kıssaları, öğütleri, emsalleri... Bakımlarından incelemeler yaptıkları gibi, Onun Resûl-ü Ekrem (s.a.v.)den intikâl eden mütevâtir kıraaatları ve bunlar arasındaki ince farkları da -mânaya tesir etsin etmesin- tahkike tâbi tutmuşlardır. Hatta Kur an ın harfleri, harflerin oluşturduğu kelimeleri, kelimelerden meydana gelen cümleler ve âyetler ayrı ayrı inceleme ve çalışma konusu olmuştur. Ayrıca Kur an-ı Kerim, İslâmî ilimlerin en başta ve en mühim kaynağı olmak itibariyle ilmî araştırma ve mesâisini sırf Kur an a tahsis eden "ulûmu l-u Kur an = Kur ân ilimleri" tarafından, her biri Onun ayrı bir yönünü ele almak suretiyle hâlâ da bunlar üzerinde çalışmalar devam etmektedir.
Bütün bu çalışmaların gayesi, hep Kur an ı anlamak içindir. İnzâl olunduğu günden itibaren insanları mutluluğa davet eden Kur an-ı Kerim, bir ilim ve hikmet hazinesidir. "Geçmişlerin ve sonrakilerin ilmini arayan Kur an ı deşelesin" buyuran Hz. Muhammed bu bilim ve hikmet hazinesine işaret buyurmuşlardır. Tarih de şahittir ki, nazil olmaya başladığı tarihten bu yana onbeş asır geçmiş olmasına ve bu zaman zarfında, adedini yalnızca Allah ın bildiği, ancak milyonlarla demekle ifade edebileceğimiz rakamlara varan araştırmalar ve kritikleri yapılmasına rağmen, onun hikmetleri ve acâibâtı bitmemiştir, kıyamete kadar da bitmeyecektir.
Bilindiği üzere Kur an âyetlerinin hepsi aynı açıklıkta değildir. Bazılarının kolayca anlaşılması yanında, bir kısımları üzerinde derin derin düşünmek ve hatta bir çeşit altyapı telâkki edilecek bilgilere sahip olmak gerekmektedir. Bundan dolayı Kur an da mevcut çeşitli san atların, ilimlerin sırları ancak bunlara ait mukaddimeleri bilmeye bağlıdır.
İlimlere verilen değer, ya güttüğü gaye veya konularını teşkil eden ulvî meseleler veyahut da kendilerine duyulan zarurî ihtiyaçlara göre ölçülür. Bu üç unsuru, ister ayrı ayrı, ister beraberce ele aldığımız ve Kur an-ı Kerim ile olan ilişkilerini mukayese ettiğimiz zaman, Kur an ın ulviyet ve kudsiyeti, onun hizmetinde olan ilimlerin de değeri hemen ortaya çıkmaktadır. Öyle ya, insanoğlu denen bu kıymetli yaratığın iki cihan saadetini gaye edinmiş olan bu ilimlerin dayanağı, bütün faziletlerin temeli ve her hikmetin kaynağı olan Kur an-ı Kerimdir. Açıkladığımız bu sebeplerden dolayı Kur an ilimleri, yalnız tek yönleriyle değil, her üç cihetten de "en şerefli" ilimler olarak nitelenmeye lâyıktırlar.
Esasında konuyu daha geniş detaylarıyle ele alacak olursak, Kur an ın beynelmilel çapta insanlığa ışık tutabilmesi için, bugün beşerin hizmetinde olan tüm ilimlerin, Allah kelâmının, asrın idrâkine hitap edecek bir seviyeye ulaşmasında onun hizmetine girmeleri gerekmektedir. Çünkü insanın ilmî yeteneği, aklî melekesi, gücü ve kudreti ilerleyip kemâle erdikçe yüksek seviyedeki konuları ve meseleleri, bu arada da Allah ın kitabındaki incelikleri ve hikmetleri daha iyi anlayacak ve kavrayacaktır.
İslâmiyeti kabul edip onunla şereflendikleri tarihten itibaren gerek İslâm ın dünyaya yayılması ve gerekse İslâmî ilimlerin gelişmesi hususunda çok büyük gayret göstermiş olan Türk milleti, konumuz olan Tefsir ve Kıraat ilimlerine de aynı önemi vermiştir. Memleketimizin dört bucağını süsleyen kütüphanelerimizi lebâleb dolduran ecdat yadigârı eserler bunun en açık kanıtıdır. Gerçi bir kaç asırdır bu konuda biraz duraklama ve inkıta vaki olmuş ise de son zamanlarda sür atle birbirini takip ederek açılan İlahiyat Fakülteleri ve İmam-Hatip Liseleri bu açığı kapayacağa benzemektedir. Diğer yönden Kur an Kursları da, Kur an-ı Kerim in doğru bir şekilde okunmasını ve ezberlenmesini, hafızlık müessesesinin devamını temin eden feyizli ve bereketli kurumlardır. Bu üç kuruluşun, Kur an Kursu, İmam-Hatip Lisesi ve İlahiyat Fakültesi olarak, organize bir çalışma içerisine girerek, biri diğerine bağlı, belli bir eğitim ve öğretim programı uygulamaları samimi arzu ve tavsiyemizdir.
Tarihi seyri içerisinde de ulûmu l-Kur an = (Kur an ilimlerinin iki ayrı kolunu teşkil eden Tefsir ve Kıraat ilimlerinin, daha çok, birbirinden müstağni çalıştıklarına ve geliştiklerine şahit olduk. Ancak lüzum hissettikleri zaman ve gereği, ne derece ilgi istiyorsa, o kıstasta bir yardımlaşma bahis konusu olmuştur. Diğer yönden tefsirlerimizde, âyetin mânasına veya yorumuna, müfessirin kendi tercihi paralelindeki görüşüne medar olacak kıraaatlar tercih edilmiştir. Çoğu müfessirler, bu kıraatların sıhhat derecesini bile nazar-ı itibare almamıştır. Yeter ki onun fikrini takviye veya te yid etmiş olsun. Hele meseleyi bir de mezhep taassubu veya tarafgirliğine indirgeyecek olursak, durumun daha kötü boyutlara ulaştığını görmemiz mümkündür. Meselâ Mu tezile mezhebi saliklerinin pek çok mütevatir kıraati terkederek, kendi görüşlerini te yid ediyor diye şâz kıraatları, caiz olmadığı halde, tercihe kalkışmaları bunun sadece ufak bir örneğidir. Müfessirler, sadece mânaya önem verdikleri için pek çok şâz kıraati nakletmekte bir beis görmemişlerdir. Hele müfessir, edebî sanatlara ilgi duyan birisi ise, şâz kıraati, mütevatir kırâata tercih etmekten hiç çekinmemiştir. Kanaatimizce mânaya uyan bir kıraattan istifade etmeyi düşünmenin yanında, kıraatin sıhhat derecesini de nazar-ı dikkate almak gereklidir.
Kıraatla ilgili eserlere baktığımız zaman da, kurrânın manâya tesiri olmayan Resûl-ü Ekrem den mütevatiren sabit, birbirinden farklı okuyuş şekillerini birinci derece ele aldıklarını ve fakat mâna üzerinde etkili olan kıraat farklarına ikinci derecede yer verdiklerini görmekteyiz. Ebu Ali el-Hasen b. Ahmed el-Fârisî nin "el-Hucce fi l-Kırââti s-seb "i, İbni Zencele nin "Hucce-tü l-Kırâat"ı, Mekkî b. Ebî Tâlib in "el-Keşf an vücûhi l-Kırââti s-Seb "i... gibi bazı kıraat kitapları hariç, büyük bir bölümü yalnız kelimelerde vâki olan kıraat vecihlerini nakletmekle yetinmişlerdir. İbnü l-Cezerî nin "en-Neşr fi l-Kırâati l-Aşr" isimli hacimli bir eseri dahi kırâatların, ne mâna, ne illet, ne de edebî tevcihleri ile ilgili hiç bir bilgi vermemiştir. Son zamanlarda ve hal-i hazırda Türkiye de Kıraat ilmi, yalnızca Abdullah Palevî nin "Zübdetü l-Irfân" isimli eseri ile, onun haşiyesi olan ve Muhammed Emin b. Abdillâh tarafından yazılmış "Umdetü l-Hallân" takip edilerek okutulmaktadır. Genelde Kur an hafızı olanlar eğitim için tercih edilmekte, eğitimde kırâatların delâlet ettiği mânalar üzerinde hiç durulma-makta, yalnız vücûhât-ı Kur âniyenin güzel ses ve makamla okunması sağlanmaktadır. Hiç Arapça bilmiyenlerin bile bu ilmi tahsil etmesindeki hikmeti yeterince anlamak insana kolay gelmiyor. Türk mileti olarak ana dilimizin Türkçe oluşu ve Arapça eğitimi yapılan okullarda, yeterli metotlara sahip olamayışımız sebebiyle başarılı olamayışımızın da bunda büyük rolü olsa g
Pek çok bakımlardan orijinallik ve fevkalâdelik arzeden Kur an-ı Kerim, nazil olduğu günden beri insanların nazar-ı dikkatini celbetmiş, onun hak kitap olduğuna inanan da, inanmayan da onunla meşgul olma ihtiyacını hissetmiştir. Şu kadar var ki ona sıdk-u sadakatle sarılanlar, onun feyz ve bereketine nail olarak rahmetle anılmak suretiyle yaşamaya devam etmekte, aleyhte olanlar ise bâtıla örnek olmanın vebaliyle tarihin karanlık sayfalarına gömülmüşlerdir.
Beşer tarihinde, çeşitli vesilelerle, üzerinde çalışmalar yapılmış olan eserler arasında Kur an a muâdil ikinci bir eser yoktur. Herkesten önce Allah ın kitabında "hayırlı ümmet" diye vasfettiği Muhammed ümmetinin âlimleri, ellerinden geldiği, güçlerinin yettiği kadarıyle bu ilâhî kitap üzerinde, hükümleri, emirleri, zecirleri, yasakları, müjdeleri, korkutmaları, kıssaları, öğütleri, emsalleri... Bakımlarından incelemeler yaptıkları gibi, Onun Resûl-ü Ekrem (s.a.v.)den intikâl eden mütevâtir kıraaatları ve bunlar arasındaki ince farkları da -mânaya tesir etsin etmesin- tahkike tâbi tutmuşlardır. Hatta Kur an ın harfleri, harflerin oluşturduğu kelimeleri, kelimelerden meydana gelen cümleler ve âyetler ayrı ayrı inceleme ve çalışma konusu olmuştur. Ayrıca Kur an-ı Kerim, İslâmî ilimlerin en başta ve en mühim kaynağı olmak itibariyle ilmî araştırma ve mesâisini sırf Kur an a tahsis eden "ulûmu l-u Kur an = Kur ân ilimleri" tarafından, her biri Onun ayrı bir yönünü ele almak suretiyle hâlâ da bunlar üzerinde çalışmalar devam etmektedir.
Bütün bu çalışmaların gayesi, hep Kur an ı anlamak içindir. İnzâl olunduğu günden itibaren insanları mutluluğa davet eden Kur an-ı Kerim, bir ilim ve hikmet hazinesidir. "Geçmişlerin ve sonrakilerin ilmini arayan Kur an ı deşelesin" buyuran Hz. Muhammed bu bilim ve hikmet hazinesine işaret buyurmuşlardır. Tarih de şahittir ki, nazil olmaya başladığı tarihten bu yana onbeş asır geçmiş olmasına ve bu zaman zarfında, adedini yalnızca Allah ın bildiği, ancak milyonlarla demekle ifade edebileceğimiz rakamlara varan araştırmalar ve kritikleri yapılmasına rağmen, onun hikmetleri ve acâibâtı bitmemiştir, kıyamete kadar da bitmeyecektir.
Bilindiği üzere Kur an âyetlerinin hepsi aynı açıklıkta değildir. Bazılarının kolayca anlaşılması yanında, bir kısımları üzerinde derin derin düşünmek ve hatta bir çeşit altyapı telâkki edilecek bilgilere sahip olmak gerekmektedir. Bundan dolayı Kur an da mevcut çeşitli san atların, ilimlerin sırları ancak bunlara ait mukaddimeleri bilmeye bağlıdır.
İlimlere verilen değer, ya güttüğü gaye veya konularını teşkil eden ulvî meseleler veyahut da kendilerine duyulan zarurî ihtiyaçlara göre ölçülür. Bu üç unsuru, ister ayrı ayrı, ister beraberce ele aldığımız ve Kur an-ı Kerim ile olan ilişkilerini mukayese ettiğimiz zaman, Kur an ın ulviyet ve kudsiyeti, onun hizmetinde olan ilimlerin de değeri hemen ortaya çıkmaktadır. Öyle ya, insanoğlu denen bu kıymetli yaratığın iki cihan saadetini gaye edinmiş olan bu ilimlerin dayanağı, bütün faziletlerin temeli ve her hikmetin kaynağı olan Kur an-ı Kerimdir. Açıkladığımız bu sebeplerden dolayı Kur an ilimleri, yalnız tek yönleriyle değil, her üç cihetten de "en şerefli" ilimler olarak nitelenmeye lâyıktırlar.
Esasında konuyu daha geniş detaylarıyle ele alacak olursak, Kur an ın beynelmilel çapta insanlığa ışık tutabilmesi için, bugün beşerin hizmetinde olan tüm ilimlerin, Allah kelâmının, asrın idrâkine hitap edecek bir seviyeye ulaşmasında onun hizmetine girmeleri gerekmektedir. Çünkü insanın ilmî yeteneği, aklî melekesi, gücü ve kudreti ilerleyip kemâle erdikçe yüksek seviyedeki konuları ve meseleleri, bu arada da Allah ın kitabındaki incelikleri ve hikmetleri daha iyi anlayacak ve kavrayacaktır.
İslâmiyeti kabul edip onunla şereflendikleri tarihten itibaren gerek İslâm ın dünyaya yayılması ve gerekse İslâmî ilimlerin gelişmesi hususunda çok büyük gayret göstermiş olan Türk milleti, konumuz olan Tefsir ve Kıraat ilimlerine de aynı önemi vermiştir. Memleketimizin dört bucağını süsleyen kütüphanelerimizi lebâleb dolduran ecdat yadigârı eserler bunun en açık kanıtıdır. Gerçi bir kaç asırdır bu konuda biraz duraklama ve inkıta vaki olmuş ise de son zamanlarda sür atle birbirini takip ederek açılan İlahiyat Fakülteleri ve İmam-Hatip Liseleri bu açığı kapayacağa benzemektedir. Diğer yönden Kur an Kursları da, Kur an-ı Kerim in doğru bir şekilde okunmasını ve ezberlenmesini, hafızlık müessesesinin devamını temin eden feyizli ve bereketli kurumlardır. Bu üç kuruluşun, Kur an Kursu, İmam-Hatip Lisesi ve İlahiyat Fakültesi olarak, organize bir çalışma içerisine girerek, biri diğerine bağlı, belli bir eğitim ve öğretim programı uygulamaları samimi arzu ve tavsiyemizdir.
Tarihi seyri içerisinde de ulûmu l-Kur an = (Kur an ilimlerinin iki ayrı kolunu teşkil eden Tefsir ve Kıraat ilimlerinin, daha çok, birbirinden müstağni çalıştıklarına ve geliştiklerine şahit olduk. Ancak lüzum hissettikleri zaman ve gereği, ne derece ilgi istiyorsa, o kıstasta bir yardımlaşma bahis konusu olmuştur. Diğer yönden tefsirlerimizde, âyetin mânasına veya yorumuna, müfessirin kendi tercihi paralelindeki görüşüne medar olacak kıraaatlar tercih edilmiştir. Çoğu müfessirler, bu kıraatların sıhhat derecesini bile nazar-ı itibare almamıştır. Yeter ki onun fikrini takviye veya te yid etmiş olsun. Hele meseleyi bir de mezhep taassubu veya tarafgirliğine indirgeyecek olursak, durumun daha kötü boyutlara ulaştığını görmemiz mümkündür. Meselâ Mu tezile mezhebi saliklerinin pek çok mütevatir kıraati terkederek, kendi görüşlerini te yid ediyor diye şâz kıraatları, caiz olmadığı halde, tercihe kalkışmaları bunun sadece ufak bir örneğidir. Müfessirler, sadece mânaya önem verdikleri için pek çok şâz kıraati nakletmekte bir beis görmemişlerdir. Hele müfessir, edebî sanatlara ilgi duyan birisi ise, şâz kıraati, mütevatir kırâata tercih etmekten hiç çekinmemiştir. Kanaatimizce mânaya uyan bir kıraattan istifade etmeyi düşünmenin yanında, kıraatin sıhhat derecesini de nazar-ı dikkate almak gereklidir.
Kıraatla ilgili eserlere baktığımız zaman da, kurrânın manâya tesiri olmayan Resûl-ü Ekrem den mütevatiren sabit, birbirinden farklı okuyuş şekillerini birinci derece ele aldıklarını ve fakat mâna üzerinde etkili olan kıraat farklarına ikinci derecede yer verdiklerini görmekteyiz. Ebu Ali el-Hasen b. Ahmed el-Fârisî nin "el-Hucce fi l-Kırââti s-seb "i, İbni Zencele nin "Hucce-tü l-Kırâat"ı, Mekkî b. Ebî Tâlib in "el-Keşf an vücûhi l-Kırââti s-Seb "i... gibi bazı kıraat kitapları hariç, büyük bir bölümü yalnız kelimelerde vâki olan kıraat vecihlerini nakletmekle yetinmişlerdir. İbnü l-Cezerî nin "en-Neşr fi l-Kırâati l-Aşr" isimli hacimli bir eseri dahi kırâatların, ne mâna, ne illet, ne de edebî tevcihleri ile ilgili hiç bir bilgi vermemiştir. Son zamanlarda ve hal-i hazırda Türkiye de Kıraat ilmi, yalnızca Abdullah Palevî nin "Zübdetü l-Irfân" isimli eseri ile, onun haşiyesi olan ve Muhammed Emin b. Abdillâh tarafından yazılmış "Umdetü l-Hallân" takip edilerek okutulmaktadır. Genelde Kur an hafızı olanlar eğitim için tercih edilmekte, eğitimde kırâatların delâlet ettiği mânalar üzerinde hiç durulma-makta, yalnız vücûhât-ı Kur âniyenin güzel ses ve makamla okunması sağlanmaktadır. Hiç Arapça bilmiyenlerin bile bu ilmi tahsil etmesindeki hikmeti yeterince anlamak insana kolay gelmiyor. Türk mileti olarak ana dilimizin Türkçe oluşu ve Arapça eğitimi yapılan okullarda, yeterli metotlara sahip olamayışımız sebebiyle başarılı olamayışımızın da bunda büyük rolü olsa g
Beşer tarihinde, çeşitli vesilelerle, üzerinde çalışmalar yapılmış olan eserler arasında Kur an a muâdil ikinci bir eser yoktur. Herkesten önce Allah ın kitabında "hayırlı ümmet" diye vasfettiği Muhammed ümmetinin âlimleri, ellerinden geldiği, güçlerinin yettiği kadarıyle bu ilâhî kitap üzerinde, hükümleri, emirleri, zecirleri, yasakları, müjdeleri, korkutmaları, kıssaları, öğütleri, emsalleri... Bakımlarından incelemeler yaptıkları gibi, Onun Resûl-ü Ekrem (s.a.v.)den intikâl eden mütevâtir kıraaatları ve bunlar arasındaki ince farkları da -mânaya tesir etsin etmesin- tahkike tâbi tutmuşlardır. Hatta Kur an ın harfleri, harflerin oluşturduğu kelimeleri, kelimelerden meydana gelen cümleler ve âyetler ayrı ayrı inceleme ve çalışma konusu olmuştur. Ayrıca Kur an-ı Kerim, İslâmî ilimlerin en başta ve en mühim kaynağı olmak itibariyle ilmî araştırma ve mesâisini sırf Kur an a tahsis eden "ulûmu l-u Kur an = Kur ân ilimleri" tarafından, her biri Onun ayrı bir yönünü ele almak suretiyle hâlâ da bunlar üzerinde çalışmalar devam etmektedir.
Bütün bu çalışmaların gayesi, hep Kur an ı anlamak içindir. İnzâl olunduğu günden itibaren insanları mutluluğa davet eden Kur an-ı Kerim, bir ilim ve hikmet hazinesidir. "Geçmişlerin ve sonrakilerin ilmini arayan Kur an ı deşelesin" buyuran Hz. Muhammed bu bilim ve hikmet hazinesine işaret buyurmuşlardır. Tarih de şahittir ki, nazil olmaya başladığı tarihten bu yana onbeş asır geçmiş olmasına ve bu zaman zarfında, adedini yalnızca Allah ın bildiği, ancak milyonlarla demekle ifade edebileceğimiz rakamlara varan araştırmalar ve kritikleri yapılmasına rağmen, onun hikmetleri ve acâibâtı bitmemiştir, kıyamete kadar da bitmeyecektir.
Bilindiği üzere Kur an âyetlerinin hepsi aynı açıklıkta değildir. Bazılarının kolayca anlaşılması yanında, bir kısımları üzerinde derin derin düşünmek ve hatta bir çeşit altyapı telâkki edilecek bilgilere sahip olmak gerekmektedir. Bundan dolayı Kur an da mevcut çeşitli san atların, ilimlerin sırları ancak bunlara ait mukaddimeleri bilmeye bağlıdır.
İlimlere verilen değer, ya güttüğü gaye veya konularını teşkil eden ulvî meseleler veyahut da kendilerine duyulan zarurî ihtiyaçlara göre ölçülür. Bu üç unsuru, ister ayrı ayrı, ister beraberce ele aldığımız ve Kur an-ı Kerim ile olan ilişkilerini mukayese ettiğimiz zaman, Kur an ın ulviyet ve kudsiyeti, onun hizmetinde olan ilimlerin de değeri hemen ortaya çıkmaktadır. Öyle ya, insanoğlu denen bu kıymetli yaratığın iki cihan saadetini gaye edinmiş olan bu ilimlerin dayanağı, bütün faziletlerin temeli ve her hikmetin kaynağı olan Kur an-ı Kerimdir. Açıkladığımız bu sebeplerden dolayı Kur an ilimleri, yalnız tek yönleriyle değil, her üç cihetten de "en şerefli" ilimler olarak nitelenmeye lâyıktırlar.
Esasında konuyu daha geniş detaylarıyle ele alacak olursak, Kur an ın beynelmilel çapta insanlığa ışık tutabilmesi için, bugün beşerin hizmetinde olan tüm ilimlerin, Allah kelâmının, asrın idrâkine hitap edecek bir seviyeye ulaşmasında onun hizmetine girmeleri gerekmektedir. Çünkü insanın ilmî yeteneği, aklî melekesi, gücü ve kudreti ilerleyip kemâle erdikçe yüksek seviyedeki konuları ve meseleleri, bu arada da Allah ın kitabındaki incelikleri ve hikmetleri daha iyi anlayacak ve kavrayacaktır.
İslâmiyeti kabul edip onunla şereflendikleri tarihten itibaren gerek İslâm ın dünyaya yayılması ve gerekse İslâmî ilimlerin gelişmesi hususunda çok büyük gayret göstermiş olan Türk milleti, konumuz olan Tefsir ve Kıraat ilimlerine de aynı önemi vermiştir. Memleketimizin dört bucağını süsleyen kütüphanelerimizi lebâleb dolduran ecdat yadigârı eserler bunun en açık kanıtıdır. Gerçi bir kaç asırdır bu konuda biraz duraklama ve inkıta vaki olmuş ise de son zamanlarda sür atle birbirini takip ederek açılan İlahiyat Fakülteleri ve İmam-Hatip Liseleri bu açığı kapayacağa benzemektedir. Diğer yönden Kur an Kursları da, Kur an-ı Kerim in doğru bir şekilde okunmasını ve ezberlenmesini, hafızlık müessesesinin devamını temin eden feyizli ve bereketli kurumlardır. Bu üç kuruluşun, Kur an Kursu, İmam-Hatip Lisesi ve İlahiyat Fakültesi olarak, organize bir çalışma içerisine girerek, biri diğerine bağlı, belli bir eğitim ve öğretim programı uygulamaları samimi arzu ve tavsiyemizdir.
Tarihi seyri içerisinde de ulûmu l-Kur an = (Kur an ilimlerinin iki ayrı kolunu teşkil eden Tefsir ve Kıraat ilimlerinin, daha çok, birbirinden müstağni çalıştıklarına ve geliştiklerine şahit olduk. Ancak lüzum hissettikleri zaman ve gereği, ne derece ilgi istiyorsa, o kıstasta bir yardımlaşma bahis konusu olmuştur. Diğer yönden tefsirlerimizde, âyetin mânasına veya yorumuna, müfessirin kendi tercihi paralelindeki görüşüne medar olacak kıraaatlar tercih edilmiştir. Çoğu müfessirler, bu kıraatların sıhhat derecesini bile nazar-ı itibare almamıştır. Yeter ki onun fikrini takviye veya te yid etmiş olsun. Hele meseleyi bir de mezhep taassubu veya tarafgirliğine indirgeyecek olursak, durumun daha kötü boyutlara ulaştığını görmemiz mümkündür. Meselâ Mu tezile mezhebi saliklerinin pek çok mütevatir kıraati terkederek, kendi görüşlerini te yid ediyor diye şâz kıraatları, caiz olmadığı halde, tercihe kalkışmaları bunun sadece ufak bir örneğidir. Müfessirler, sadece mânaya önem verdikleri için pek çok şâz kıraati nakletmekte bir beis görmemişlerdir. Hele müfessir, edebî sanatlara ilgi duyan birisi ise, şâz kıraati, mütevatir kırâata tercih etmekten hiç çekinmemiştir. Kanaatimizce mânaya uyan bir kıraattan istifade etmeyi düşünmenin yanında, kıraatin sıhhat derecesini de nazar-ı dikkate almak gereklidir.
Kıraatla ilgili eserlere baktığımız zaman da, kurrânın manâya tesiri olmayan Resûl-ü Ekrem den mütevatiren sabit, birbirinden farklı okuyuş şekillerini birinci derece ele aldıklarını ve fakat mâna üzerinde etkili olan kıraat farklarına ikinci derecede yer verdiklerini görmekteyiz. Ebu Ali el-Hasen b. Ahmed el-Fârisî nin "el-Hucce fi l-Kırââti s-seb "i, İbni Zencele nin "Hucce-tü l-Kırâat"ı, Mekkî b. Ebî Tâlib in "el-Keşf an vücûhi l-Kırââti s-Seb "i... gibi bazı kıraat kitapları hariç, büyük bir bölümü yalnız kelimelerde vâki olan kıraat vecihlerini nakletmekle yetinmişlerdir. İbnü l-Cezerî nin "en-Neşr fi l-Kırâati l-Aşr" isimli hacimli bir eseri dahi kırâatların, ne mâna, ne illet, ne de edebî tevcihleri ile ilgili hiç bir bilgi vermemiştir. Son zamanlarda ve hal-i hazırda Türkiye de Kıraat ilmi, yalnızca Abdullah Palevî nin "Zübdetü l-Irfân" isimli eseri ile, onun haşiyesi olan ve Muhammed Emin b. Abdillâh tarafından yazılmış "Umdetü l-Hallân" takip edilerek okutulmaktadır. Genelde Kur an hafızı olanlar eğitim için tercih edilmekte, eğitimde kırâatların delâlet ettiği mânalar üzerinde hiç durulma-makta, yalnız vücûhât-ı Kur âniyenin güzel ses ve makamla okunması sağlanmaktadır. Hiç Arapça bilmiyenlerin bile bu ilmi tahsil etmesindeki hikmeti yeterince anlamak insana kolay gelmiyor. Türk mileti olarak ana dilimizin Türkçe oluşu ve Arapça eğitimi yapılan okullarda, yeterli metotlara sahip olamayışımız sebebiyle başarılı olamayışımızın da bunda büyük rolü olsa g