Kumanlar ve Tatarlar Osmanlı Öncesi Balkanlarda Doğulu Askerler (1185-1365)

Stok Kodu:
9789750813108
Boyut:
165-240
Sayfa Sayısı:
232
Baskı:
2
Basım Tarihi:
2015-05
Çeviren:
Ali Cevat Akkoyunlu
Kapak Türü:
Karton
Kağıt Türü:
1.Hamur
Dili:
Türkçe
0,00
9789750813108
92570
Kumanlar ve Tatarlar
Kumanlar ve Tatarlar Osmanlı Öncesi Balkanlarda Doğulu Askerler (1185-1365)
0.00
Kumanlar ve Tatarlar Osmanlıların 1361de Edirneyi alıp Bulgaristan ve Yunanistandan başlayarak Balkanlarda egemenlik kurmaya girişimlerinden önceki iki yüzyıl boyunca bölgenin siyasal yapısına yön vermişlerdi. Prof. Dr. Istvan Vasarynin kitabı, bu iki topluluğun tarihini son derece anlaşılır biçimde gözler önüne seriyor. Bugüne kadar Türk tarih literatüründe eksikliği duyulan bir eser...

ÖNSÖZ



Bizans, ilk kuruluş anından yıkıldığı 1453 yılına kadar barbar saldırıları ve akınları tehlikesiyle yaşamak zorunda kaldı. Doğudan, Anadolu üzerinden gelen Osmanlıların Konstantinopolise (İstanbul) vurdukları ölümcül darbenin dışında, imparatorluğa kadar ulaşan saldırıların en tehlikelileri Tunanın kuzeyinden kaynaklanıyordu. 4. yüzyılın ikinci yarısında Hunlarla başlayıp, 13. yüzyılda Tatarlarla sona eren dönemde barbar grupları sık sık Tunayı aşıp Balkan Yarımadasının kentlerini basıp yağmalıyor, arkalarında yıkıntılar bırakıp çekiliyorlardı. Akınlarında birkaç kere Haliç yakınlarına kadar sokulup, imparatorluk başkentini de tehlikeye attılar. Öte yandan Bizans da göçebe kavimler sorununu aşmak için zekice çareler geliştirdi, hatta göçebe savaşçıları Bizansın düşmanlarıyla çatışmalarda paralı asker olarak kullandı. Ne var ki en kurnaz diplomasi yöntemleri bile çoğu kez Balkanların yerleşik halkı için yıkımla sonuçlanan kısa süreli göçebe akınlarını engelleyemiyordu. Genellikle göçebeleri Tunanın karşı kıyısına geçmeye zorlayanlar, Doğudan gelen başka göçebe kavimler olduğundan, barbar göçebelerin Bizans topraklarında görünmesi de bu zincirleme savaşlardan kaynaklanıyordu.
Kavim göçleri içinde önemli bir dalga yeni bir devletin doğmasında temel etken oldu: Asparuhun (=Esperüh=Esperik) göçebe savaşçıları 679680 yıllarında Tuna Nehriyle Haimos (Balkan) Dağları arasında Bulgar İmparatorluğunu kurdular. Muzaffer Bulgar Türkleri izleyen iki yüzyılda Slavlaştı ve sonunda, Borisin 864te Hıristiyanlığı kabulüyle Bizans Kilisesinin bir parçası oldular. Ne var ki Bizans İmparatorluğu eski topraklarından Moesiyanın kaybını hiç bağışlamadı ve birçok girişimden sonra İmparator II. Basileios Bulgaroktonos (Bulgar Katili) 1018 yılında Bulgar direnişini ezmeyi başarıp, o dönemin Bulgaristanını Doğu Roma İmparatorluğuna kattı. Güney Slav halkının Helenleştirilme sürecinin başlamış, Bulgaristanın hem siyasi hem de idaridini bağımsızlığı yitirilmiş olmasına karşın, Bizans göçebe kavimler sorununu kuzey sınırlarından uzaklaştırmayı başaramadı. Dahası, Bizansın kuzeydeki rakibinin yok olması, bölgede bir iktidar boşluğu doğurduğu gibi, Bizans da göçebe kavimlerin yeni ve daha güçlü saldırılarıyla baş başa kaldı.
11. yüzyılda, Tunanın sağ kıyısındaki rakipler Peçenekler ve Oğuzlardı. Aynı yüzyılın ikinci yarısında da yeni bir göçebe birliği, Kumanlar, Bizansın çıkar alanına girdi. Bizanslılar tarih kadar eski yöntemlere başvurarak, Balkanlarda Peçenek egemenliğine son vermek için Kumanları kullandı. Kumanlar 1091den sonra Balkanlarda üstünlüğü ele geçirirken, 11851186 yıllarında Bulgar İmparatorluğunun yeniden kurulmasında ve kaderinde çok etkin oldular. Dahası, Dördüncü Haçlı Seferi, Konstantinopolisteki Latin Krallığı ve İznik İmparatorluğu tarihlerinde temel rol üstlendiler. Tatarların 1241 yılında Avrupayı istila etmelerinden sonra batıya kaçmak zorunda kaldılar ve gruplar halinde Balkanlara yerleştiler. Bulgar seçkinleriyle daha önceden kurdukları yakın bağlardan yararlanarak, iki yeni hanedanın (Bulgaristanın Terter ve Şişman hanedanları) kuruluşunda görüldüler. Tatarlar İkinci Bulgar İmparatorluğunu yenip, yeni Tatar devleti Altın Orda Hanlığına haraç vermek zorunda bıraktılar. Bulgaristan 13. yüzyılın sonlarından 14. yüzyılın ilk birkaç on yılına kadar Altın Orda Hanlığının egemenliğinde kaldı.
Bu kitabın konusu, steplerin göçebe savaşçıları olan Kumanlar ve Tatarlardır. 1185 yılından 14. yüzyılın ortalarına kadar göçebeliklerinin en batı ucunda, Balkanlardaki tarihi yazgılarını izleyeceğim. Kitabımın hem kronolojik hem de coğrafi çerçeveleri açıklama gerektiriyor. Kitabın başlangıç noktası olarak, (Mihail Attaleiates, Anna Komnena ve diğer Bizanslı yazarların eserlerindeki gibi) Kumanların 11. yüzyılın ikinci yarısında, Balkanlarda ilk görünmeleri, ya da Tatarların 1241deki ilk istilası da alınabilirdi. Ne var ki ilk Kuman akınlarının büyük çoğunluğu, en azından özellik ve büyüklük açısından, Bizanslıların daha önceki yüzyıllardan alışageldikleri saldırılardan daha önemli değildi. Öte yandan Kumanların 1185te İkinci Bulgar İmparatorluğunun kuruluşunda ve izleyen yıllardaki katkıları Balkanların siyasi ve etnik haritasında büyük değişikliklere neden olacaktı. 1185 yılı Balkan tarihinde gerçek bir dönüm noktası olduğundan, anlatıma o dönemle başlamayı mantıklı buldum. Keskin çizgiler çekilemeyecek olsa da, elimizde o dönemde Balkan topraklarında yeni bir çağın başladığını kanıtlayacak birkaç tarih var. Berdibek (Berdi Beg) Hanın 1359daki ölümü ve ardından Altın Orda Hanlığında baş gösteren kargaşa Tatarların Balkanlardaki varlığına kesin bir son verdi. Öte yandan, Osmanlı güçlerinin Avrupadaki ilerleyişleri şu önemli gelişmelerle izlenebilir: 1354te Gelibolunun fethi, 1361de Edirnenin alınması ve sonunda, 1389da Kosovo Poljede (Kosova) Sırp bağımsızlığının sona ermesi.
Bu kitabın coğrafi çerçevesine gelince, bu kapsam Balkanlar teriminin anlamından daha geniştir. Coğrafi ve kültürel bir terim olarak Balkanlar Sava ve Aşağı Tuna arasında çekilecek bir çizginin güneyini ifade eder. Balkanların batı sınırları o kadar belirgin değildir: Ortaçağ Bosnası, Osmanlı öncesi dönemde Katolik ve Ortodoks karışımı nüfusuyla bir geçiş ülkesi sayılır, oysa Hırvatistan ve Dalmaçyanın Batı Avrupa uygarlığının bir parçası olduğu kesindir. Kuzeyde, Ortaçağ Eflâkını ve Moldavyasını tarihi geçmişleriyle birlikte aldım. Katı coğrafi koşullar Aşağı Tuna, Doğu Karpat Dağları ve Dinyester Nehri arasındaki toprakların Balkanlar dediğimiz bölgeye ait olmasını kabul etmez. Oysa kavim göçlerinin son aşamalarını temsil eden bu bölgelerin kaderi Balkanların yazgısıyla sıkı sıkıya ilişkilidir. Bu iki Rumen prensliği
Kumanlar ve Tatarlar Osmanlıların 1361de Edirneyi alıp Bulgaristan ve Yunanistandan başlayarak Balkanlarda egemenlik kurmaya girişimlerinden önceki iki yüzyıl boyunca bölgenin siyasal yapısına yön vermişlerdi. Prof. Dr. Istvan Vasarynin kitabı, bu iki topluluğun tarihini son derece anlaşılır biçimde gözler önüne seriyor. Bugüne kadar Türk tarih literatüründe eksikliği duyulan bir eser...

ÖNSÖZ



Bizans, ilk kuruluş anından yıkıldığı 1453 yılına kadar barbar saldırıları ve akınları tehlikesiyle yaşamak zorunda kaldı. Doğudan, Anadolu üzerinden gelen Osmanlıların Konstantinopolise (İstanbul) vurdukları ölümcül darbenin dışında, imparatorluğa kadar ulaşan saldırıların en tehlikelileri Tunanın kuzeyinden kaynaklanıyordu. 4. yüzyılın ikinci yarısında Hunlarla başlayıp, 13. yüzyılda Tatarlarla sona eren dönemde barbar grupları sık sık Tunayı aşıp Balkan Yarımadasının kentlerini basıp yağmalıyor, arkalarında yıkıntılar bırakıp çekiliyorlardı. Akınlarında birkaç kere Haliç yakınlarına kadar sokulup, imparatorluk başkentini de tehlikeye attılar. Öte yandan Bizans da göçebe kavimler sorununu aşmak için zekice çareler geliştirdi, hatta göçebe savaşçıları Bizansın düşmanlarıyla çatışmalarda paralı asker olarak kullandı. Ne var ki en kurnaz diplomasi yöntemleri bile çoğu kez Balkanların yerleşik halkı için yıkımla sonuçlanan kısa süreli göçebe akınlarını engelleyemiyordu. Genellikle göçebeleri Tunanın karşı kıyısına geçmeye zorlayanlar, Doğudan gelen başka göçebe kavimler olduğundan, barbar göçebelerin Bizans topraklarında görünmesi de bu zincirleme savaşlardan kaynaklanıyordu.
Kavim göçleri içinde önemli bir dalga yeni bir devletin doğmasında temel etken oldu: Asparuhun (=Esperüh=Esperik) göçebe savaşçıları 679680 yıllarında Tuna Nehriyle Haimos (Balkan) Dağları arasında Bulgar İmparatorluğunu kurdular. Muzaffer Bulgar Türkleri izleyen iki yüzyılda Slavlaştı ve sonunda, Borisin 864te Hıristiyanlığı kabulüyle Bizans Kilisesinin bir parçası oldular. Ne var ki Bizans İmparatorluğu eski topraklarından Moesiyanın kaybını hiç bağışlamadı ve birçok girişimden sonra İmparator II. Basileios Bulgaroktonos (Bulgar Katili) 1018 yılında Bulgar direnişini ezmeyi başarıp, o dönemin Bulgaristanını Doğu Roma İmparatorluğuna kattı. Güney Slav halkının Helenleştirilme sürecinin başlamış, Bulgaristanın hem siyasi hem de idaridini bağımsızlığı yitirilmiş olmasına karşın, Bizans göçebe kavimler sorununu kuzey sınırlarından uzaklaştırmayı başaramadı. Dahası, Bizansın kuzeydeki rakibinin yok olması, bölgede bir iktidar boşluğu doğurduğu gibi, Bizans da göçebe kavimlerin yeni ve daha güçlü saldırılarıyla baş başa kaldı.
11. yüzyılda, Tunanın sağ kıyısındaki rakipler Peçenekler ve Oğuzlardı. Aynı yüzyılın ikinci yarısında da yeni bir göçebe birliği, Kumanlar, Bizansın çıkar alanına girdi. Bizanslılar tarih kadar eski yöntemlere başvurarak, Balkanlarda Peçenek egemenliğine son vermek için Kumanları kullandı. Kumanlar 1091den sonra Balkanlarda üstünlüğü ele geçirirken, 11851186 yıllarında Bulgar İmparatorluğunun yeniden kurulmasında ve kaderinde çok etkin oldular. Dahası, Dördüncü Haçlı Seferi, Konstantinopolisteki Latin Krallığı ve İznik İmparatorluğu tarihlerinde temel rol üstlendiler. Tatarların 1241 yılında Avrupayı istila etmelerinden sonra batıya kaçmak zorunda kaldılar ve gruplar halinde Balkanlara yerleştiler. Bulgar seçkinleriyle daha önceden kurdukları yakın bağlardan yararlanarak, iki yeni hanedanın (Bulgaristanın Terter ve Şişman hanedanları) kuruluşunda görüldüler. Tatarlar İkinci Bulgar İmparatorluğunu yenip, yeni Tatar devleti Altın Orda Hanlığına haraç vermek zorunda bıraktılar. Bulgaristan 13. yüzyılın sonlarından 14. yüzyılın ilk birkaç on yılına kadar Altın Orda Hanlığının egemenliğinde kaldı.
Bu kitabın konusu, steplerin göçebe savaşçıları olan Kumanlar ve Tatarlardır. 1185 yılından 14. yüzyılın ortalarına kadar göçebeliklerinin en batı ucunda, Balkanlardaki tarihi yazgılarını izleyeceğim. Kitabımın hem kronolojik hem de coğrafi çerçeveleri açıklama gerektiriyor. Kitabın başlangıç noktası olarak, (Mihail Attaleiates, Anna Komnena ve diğer Bizanslı yazarların eserlerindeki gibi) Kumanların 11. yüzyılın ikinci yarısında, Balkanlarda ilk görünmeleri, ya da Tatarların 1241deki ilk istilası da alınabilirdi. Ne var ki ilk Kuman akınlarının büyük çoğunluğu, en azından özellik ve büyüklük açısından, Bizanslıların daha önceki yüzyıllardan alışageldikleri saldırılardan daha önemli değildi. Öte yandan Kumanların 1185te İkinci Bulgar İmparatorluğunun kuruluşunda ve izleyen yıllardaki katkıları Balkanların siyasi ve etnik haritasında büyük değişikliklere neden olacaktı. 1185 yılı Balkan tarihinde gerçek bir dönüm noktası olduğundan, anlatıma o dönemle başlamayı mantıklı buldum. Keskin çizgiler çekilemeyecek olsa da, elimizde o dönemde Balkan topraklarında yeni bir çağın başladığını kanıtlayacak birkaç tarih var. Berdibek (Berdi Beg) Hanın 1359daki ölümü ve ardından Altın Orda Hanlığında baş gösteren kargaşa Tatarların Balkanlardaki varlığına kesin bir son verdi. Öte yandan, Osmanlı güçlerinin Avrupadaki ilerleyişleri şu önemli gelişmelerle izlenebilir: 1354te Gelibolunun fethi, 1361de Edirnenin alınması ve sonunda, 1389da Kosovo Poljede (Kosova) Sırp bağımsızlığının sona ermesi.
Bu kitabın coğrafi çerçevesine gelince, bu kapsam Balkanlar teriminin anlamından daha geniştir. Coğrafi ve kültürel bir terim olarak Balkanlar Sava ve Aşağı Tuna arasında çekilecek bir çizginin güneyini ifade eder. Balkanların batı sınırları o kadar belirgin değildir: Ortaçağ Bosnası, Osmanlı öncesi dönemde Katolik ve Ortodoks karışımı nüfusuyla bir geçiş ülkesi sayılır, oysa Hırvatistan ve Dalmaçyanın Batı Avrupa uygarlığının bir parçası olduğu kesindir. Kuzeyde, Ortaçağ Eflâkını ve Moldavyasını tarihi geçmişleriyle birlikte aldım. Katı coğrafi koşullar Aşağı Tuna, Doğu Karpat Dağları ve Dinyester Nehri arasındaki toprakların Balkanlar dediğimiz bölgeye ait olmasını kabul etmez. Oysa kavim göçlerinin son aşamalarını temsil eden bu bölgelerin kaderi Balkanların yazgısıyla sıkı sıkıya ilişkilidir. Bu iki Rumen prensliği
Kapat