9789750815850
109414
https://www.sahafium.com/kitap/savas-sonrasi-p109414.html
Savaş Sonrası 1945 Sonrası Avrupa Tarihi
0.00
Avrupa dünyanın en küçük kıtasıdır. Kıta bile değildir doğrusu Asyaya bağlı bir kara parçasıdır yalnızca. Avrupanın tamamı (Rusya ve Türkiyeyi dışarıda bırakırsak) topu topu beş buçuk milyon kilometrekareden oluşur: Brezilyanın yüzölçümünün üçte ikisi bile değildir bu, Çin ve Amerika Birleşik Devletlerinin yarısından biraz fazla. On yedi milyon kilometrekareye yayılan Rusyadır onu küçülten. Öte yandan içsel farklılıkların ve karşıtlıkların bolluğu bakımından Avrupanın eşi benzeri yoktur. Son rakamlara göre kırk altı ülkeyi barındırmaktadır. Bunların çoğu kendi dillerini konuşan ulus ve devletlerdir; azımsanmayacak kadarı devleti olmayan başka uluslarla dillerini de içine alır; hepsinin kendine özgü ve birbirleriyle örtüşen tarihleri, politikaları, kültürleri ve anıları vardır. (...)
Bu kitap İkinci Dünya Savaşından bu yana Avrupanın öyküsünü anlatır, bu nedenle 1945 yılından başlar: Stunde nul der Almanlar, sıfır saati. Ama yirminci yüzyıldaki her şey gibi bu öykü de Avrupa kıtasının yıkıma doğru sürüklendiği 1914 yılında başlayan otuz yıllık savaş döneminin gölgesinde kalmaktadır. (...)
Tolstoyun tarihe bakışını anlatırken Isaiah Berlin akılcı tümevarımın iki türünü birbirinden ayrı tutarak Yunan şair Arkhilokhusun ünlü dizesini aktarmıştı: Tilki pek çok şey bilir ama kirpinin bildiği tek bir büyük şeydir. Berlinin sözleriyle bu kitap kirpi olmamaya önem veriyor. Bu sayfalarda ortaya koyacağım çağdaş Avrupa tarihi üzerine büyük bir kuramım yok; açıklamalarım diğerlerinin üstüne çıkan bir tema içermiyor; her şeyi kapsayan bir tek öyküm yok anlatacak. Ancak bu, İkinci Dünya Savaşı sonrası Avrupa tarihinin herhangi bir temadan yoksun olduğu anlamına gelmiyor. Tam tersine, birden çok teması var. Tilki gibi Avrupa da pek çok şey biliyor.
Tadımlık
ÖNSÖZ VE TEŞEKKÜR
Avrupa dünyanın en küçük kıtasıdır. Kıta bile değildir doğrusu Asyaya bağlı bir kara parçasıdır yalnızca. Avrupanın tamamı (Rusya ve Türkiyeyi dışarıda bırakırsak) topu topu beş buçuk milyon kilometrekareden oluşur: Brezilyanın yüzölçümünün üçte ikisi bile değildir bu, Çin ve Amerika Birleşik Devletlerinin yarısından biraz fazla. On yedi milyon kilometrekareye yayılan Rusyadır onu küçülten. Öte yandan içsel farklılıkların ve karşıtlıkların bolluğu bakımından Avrupanın eşi benzeri yoktur. Son rakamlara göre kırk altı ülkeyi barındırmaktadır. Bunların çoğu kendi dillerini konuşan ulus ve devletlerdir; azımsanmayacak kadarı devleti olmayan başka uluslarla dillerini de içine alır; hepsinin kendine özgü ve birbirleriyle örtüşen tarihleri, politikaları, kültürleri ve anıları vardır; her biri çeşitli araştırmalara konu olmuştur. İkinci Dünya Savaşının sona ermesinden sonra Avrupanın altmış yıllık kısa tarihinde dahası yalnızca bu dönem için bile tek başına İngilizce yazılmış literatür bitmek tükenmek bilmez.
Öyleyse kimse çağdaş Avrupanın tam kapsamlı ya da kesin tarihini yazmaya soyunamaz. Dahası o döneme yakın bir zamanda doğmuş olmam bu iş için yetersizliğimi daha da artırmış durumda: Savaş bittikten hemen sonra doğmuş biri olarak bu kitapta konu edilen olayların çoğunun tanığıyım ve bu tarihin büyük bölümü yaşanırken gelişmeleri öğrendiğimi ya da seyrettiğimi bazen katıldığımı bile anımsıyorum. Peki bu, gerçek savaş sonrası Avrupanın öyküsünü anlamamı kolaylaştırır mı, yoksa zorlaştırır mı? Bilmiyorum. Ama bazen tarihçinin nesnel bakış açısını korumasını epeyce zorlaştırdığını biliyorum.
Bu kitap öyle ilahi bir tarafsızlık hedeflemiyor. Savaş Sonrası nesnellikten ve doğruluktan, dilerim, uzaklaşmadan, yakın Avrupa tarihinin kişisel bir yorumu. Haksız yere küçük düşürücü imalara yer vermesi bakımından bir anlamda dediğim dedik de denebilir. Kimi yargıları tartışmalı olabilir, kimilerinin yanlış olduğu mutlaka kanıtlanacaktır. Herkes yanılgıya düşebilir. Buradakiler de iyi ya da kötü benim yanlışlarım bu boyutta ve kapsamda bir çalışmaya yanlışların karışması kaçınılmaz. Öte yandan eğer yanlışlar sınırlı sayıdaysa, bu kitaptaki değerlendirme ve sonuçlardan en azından bazıları kalıcılığını koruyacaksa, bunu, gerekli araştırmaları yapar ve kitabı yazarken bilgilerine başvurduğum nice bilim adamına ve arkadaşlarıma borçlu olacağım.
Böyle bir kitap öncelikle başka kitaplara dayanmaktadır. Esinlenmek ve örnek almak için yararlandığım modern tarih klasikleri şunlar: Eric Hobsbawnun The Age of Extremes Aşırılıklar Çağı , George Lichtheimın Europe in the Twentieth Century, A. J. P. Taylorın English History 1914-1945 ve müteveffa François Furetnin The Passing of an Illusion. Birçok bakımdan birbirlerinden bütünüyle farklı olan bu kitaplarla yazarların ortak yanı, takipçileri arasında pek az görülen, geniş bir bilgiden doğan güven ile bir tür entelektüel özgüveni paylaşmalarıdır aynı zamanda her tarihçinin örnek alması gereken berrak bir üsluba sahipler.
Bu bilim adamları arasında yakın Avrupa tarihini yazmış olanlardan en çok yararlandığım kişiler olan Harold James, Mark Mazower ve Andrew Moravcsike değinmeden ve teşekkür etmeden geçemem. Onların eserlerinin etkisi izleyen sayfalara damgasını vurmuştur. Modern Avrupa üzerine araştırmalar yapmış başka herkesle birlikte savaş sonrası ekonomisi üzerine kapsamlı ve yerleşik kanılara karşı bir araştırma yapmış olan Alan S. Milwarda ayrıca teşekkür borçluyum.
Kıtanın batı yarısındaki uzmanlar tarafından kaleme alındıkları için genel Avrupa tarihlerinde çoğu zaman çarpıtılan bir konu olan Orta ve Doğu Avrupa tarihiyle tanışıklığım ölçüsünde, bu çalışmayı çok yetenekli bir dizi genç bilim insanına borçluyum; bunların arasında Brad Adams, Catherine Merridale, Marci Shore ve Timoth Snyderın yanında arkadaşlarım Jacques Rupnik ve István Deák de var. Timothy Garton Ashten yalnızca (yıllardır kendi konusu bildiği) Orta Avrupayı değil, aynı zamanda ve özellikle Ostpolitik çağında iki Almanya hakkında da çok şey öğrendim. Jan Gross ile yıllar boyu yaptığım görüşmelerde ayrıca onun çığır açan yazıları sayesinde Polonya tarihinin bir bölümünü öğrenmekle kalmadım, Janın görülmedik bir içgörü ve insanca yaklaşımla ele aldığı savaşın sosyal sonuçlarını nasıl anlayacağımı da öğrendim.
Bu kita
Bu kitap İkinci Dünya Savaşından bu yana Avrupanın öyküsünü anlatır, bu nedenle 1945 yılından başlar: Stunde nul der Almanlar, sıfır saati. Ama yirminci yüzyıldaki her şey gibi bu öykü de Avrupa kıtasının yıkıma doğru sürüklendiği 1914 yılında başlayan otuz yıllık savaş döneminin gölgesinde kalmaktadır. (...)
Tolstoyun tarihe bakışını anlatırken Isaiah Berlin akılcı tümevarımın iki türünü birbirinden ayrı tutarak Yunan şair Arkhilokhusun ünlü dizesini aktarmıştı: Tilki pek çok şey bilir ama kirpinin bildiği tek bir büyük şeydir. Berlinin sözleriyle bu kitap kirpi olmamaya önem veriyor. Bu sayfalarda ortaya koyacağım çağdaş Avrupa tarihi üzerine büyük bir kuramım yok; açıklamalarım diğerlerinin üstüne çıkan bir tema içermiyor; her şeyi kapsayan bir tek öyküm yok anlatacak. Ancak bu, İkinci Dünya Savaşı sonrası Avrupa tarihinin herhangi bir temadan yoksun olduğu anlamına gelmiyor. Tam tersine, birden çok teması var. Tilki gibi Avrupa da pek çok şey biliyor.
Tadımlık
ÖNSÖZ VE TEŞEKKÜR
Avrupa dünyanın en küçük kıtasıdır. Kıta bile değildir doğrusu Asyaya bağlı bir kara parçasıdır yalnızca. Avrupanın tamamı (Rusya ve Türkiyeyi dışarıda bırakırsak) topu topu beş buçuk milyon kilometrekareden oluşur: Brezilyanın yüzölçümünün üçte ikisi bile değildir bu, Çin ve Amerika Birleşik Devletlerinin yarısından biraz fazla. On yedi milyon kilometrekareye yayılan Rusyadır onu küçülten. Öte yandan içsel farklılıkların ve karşıtlıkların bolluğu bakımından Avrupanın eşi benzeri yoktur. Son rakamlara göre kırk altı ülkeyi barındırmaktadır. Bunların çoğu kendi dillerini konuşan ulus ve devletlerdir; azımsanmayacak kadarı devleti olmayan başka uluslarla dillerini de içine alır; hepsinin kendine özgü ve birbirleriyle örtüşen tarihleri, politikaları, kültürleri ve anıları vardır; her biri çeşitli araştırmalara konu olmuştur. İkinci Dünya Savaşının sona ermesinden sonra Avrupanın altmış yıllık kısa tarihinde dahası yalnızca bu dönem için bile tek başına İngilizce yazılmış literatür bitmek tükenmek bilmez.
Öyleyse kimse çağdaş Avrupanın tam kapsamlı ya da kesin tarihini yazmaya soyunamaz. Dahası o döneme yakın bir zamanda doğmuş olmam bu iş için yetersizliğimi daha da artırmış durumda: Savaş bittikten hemen sonra doğmuş biri olarak bu kitapta konu edilen olayların çoğunun tanığıyım ve bu tarihin büyük bölümü yaşanırken gelişmeleri öğrendiğimi ya da seyrettiğimi bazen katıldığımı bile anımsıyorum. Peki bu, gerçek savaş sonrası Avrupanın öyküsünü anlamamı kolaylaştırır mı, yoksa zorlaştırır mı? Bilmiyorum. Ama bazen tarihçinin nesnel bakış açısını korumasını epeyce zorlaştırdığını biliyorum.
Bu kitap öyle ilahi bir tarafsızlık hedeflemiyor. Savaş Sonrası nesnellikten ve doğruluktan, dilerim, uzaklaşmadan, yakın Avrupa tarihinin kişisel bir yorumu. Haksız yere küçük düşürücü imalara yer vermesi bakımından bir anlamda dediğim dedik de denebilir. Kimi yargıları tartışmalı olabilir, kimilerinin yanlış olduğu mutlaka kanıtlanacaktır. Herkes yanılgıya düşebilir. Buradakiler de iyi ya da kötü benim yanlışlarım bu boyutta ve kapsamda bir çalışmaya yanlışların karışması kaçınılmaz. Öte yandan eğer yanlışlar sınırlı sayıdaysa, bu kitaptaki değerlendirme ve sonuçlardan en azından bazıları kalıcılığını koruyacaksa, bunu, gerekli araştırmaları yapar ve kitabı yazarken bilgilerine başvurduğum nice bilim adamına ve arkadaşlarıma borçlu olacağım.
Böyle bir kitap öncelikle başka kitaplara dayanmaktadır. Esinlenmek ve örnek almak için yararlandığım modern tarih klasikleri şunlar: Eric Hobsbawnun The Age of Extremes Aşırılıklar Çağı , George Lichtheimın Europe in the Twentieth Century, A. J. P. Taylorın English History 1914-1945 ve müteveffa François Furetnin The Passing of an Illusion. Birçok bakımdan birbirlerinden bütünüyle farklı olan bu kitaplarla yazarların ortak yanı, takipçileri arasında pek az görülen, geniş bir bilgiden doğan güven ile bir tür entelektüel özgüveni paylaşmalarıdır aynı zamanda her tarihçinin örnek alması gereken berrak bir üsluba sahipler.
Bu bilim adamları arasında yakın Avrupa tarihini yazmış olanlardan en çok yararlandığım kişiler olan Harold James, Mark Mazower ve Andrew Moravcsike değinmeden ve teşekkür etmeden geçemem. Onların eserlerinin etkisi izleyen sayfalara damgasını vurmuştur. Modern Avrupa üzerine araştırmalar yapmış başka herkesle birlikte savaş sonrası ekonomisi üzerine kapsamlı ve yerleşik kanılara karşı bir araştırma yapmış olan Alan S. Milwarda ayrıca teşekkür borçluyum.
Kıtanın batı yarısındaki uzmanlar tarafından kaleme alındıkları için genel Avrupa tarihlerinde çoğu zaman çarpıtılan bir konu olan Orta ve Doğu Avrupa tarihiyle tanışıklığım ölçüsünde, bu çalışmayı çok yetenekli bir dizi genç bilim insanına borçluyum; bunların arasında Brad Adams, Catherine Merridale, Marci Shore ve Timoth Snyderın yanında arkadaşlarım Jacques Rupnik ve István Deák de var. Timothy Garton Ashten yalnızca (yıllardır kendi konusu bildiği) Orta Avrupayı değil, aynı zamanda ve özellikle Ostpolitik çağında iki Almanya hakkında da çok şey öğrendim. Jan Gross ile yıllar boyu yaptığım görüşmelerde ayrıca onun çığır açan yazıları sayesinde Polonya tarihinin bir bölümünü öğrenmekle kalmadım, Janın görülmedik bir içgörü ve insanca yaklaşımla ele aldığı savaşın sosyal sonuçlarını nasıl anlayacağımı da öğrendim.
Bu kita
Avrupa dünyanın en küçük kıtasıdır. Kıta bile değildir doğrusu Asyaya bağlı bir kara parçasıdır yalnızca. Avrupanın tamamı (Rusya ve Türkiyeyi dışarıda bırakırsak) topu topu beş buçuk milyon kilometrekareden oluşur: Brezilyanın yüzölçümünün üçte ikisi bile değildir bu, Çin ve Amerika Birleşik Devletlerinin yarısından biraz fazla. On yedi milyon kilometrekareye yayılan Rusyadır onu küçülten. Öte yandan içsel farklılıkların ve karşıtlıkların bolluğu bakımından Avrupanın eşi benzeri yoktur. Son rakamlara göre kırk altı ülkeyi barındırmaktadır. Bunların çoğu kendi dillerini konuşan ulus ve devletlerdir; azımsanmayacak kadarı devleti olmayan başka uluslarla dillerini de içine alır; hepsinin kendine özgü ve birbirleriyle örtüşen tarihleri, politikaları, kültürleri ve anıları vardır. (...)
Bu kitap İkinci Dünya Savaşından bu yana Avrupanın öyküsünü anlatır, bu nedenle 1945 yılından başlar: Stunde nul der Almanlar, sıfır saati. Ama yirminci yüzyıldaki her şey gibi bu öykü de Avrupa kıtasının yıkıma doğru sürüklendiği 1914 yılında başlayan otuz yıllık savaş döneminin gölgesinde kalmaktadır. (...)
Tolstoyun tarihe bakışını anlatırken Isaiah Berlin akılcı tümevarımın iki türünü birbirinden ayrı tutarak Yunan şair Arkhilokhusun ünlü dizesini aktarmıştı: Tilki pek çok şey bilir ama kirpinin bildiği tek bir büyük şeydir. Berlinin sözleriyle bu kitap kirpi olmamaya önem veriyor. Bu sayfalarda ortaya koyacağım çağdaş Avrupa tarihi üzerine büyük bir kuramım yok; açıklamalarım diğerlerinin üstüne çıkan bir tema içermiyor; her şeyi kapsayan bir tek öyküm yok anlatacak. Ancak bu, İkinci Dünya Savaşı sonrası Avrupa tarihinin herhangi bir temadan yoksun olduğu anlamına gelmiyor. Tam tersine, birden çok teması var. Tilki gibi Avrupa da pek çok şey biliyor.
Tadımlık
ÖNSÖZ VE TEŞEKKÜR
Avrupa dünyanın en küçük kıtasıdır. Kıta bile değildir doğrusu Asyaya bağlı bir kara parçasıdır yalnızca. Avrupanın tamamı (Rusya ve Türkiyeyi dışarıda bırakırsak) topu topu beş buçuk milyon kilometrekareden oluşur: Brezilyanın yüzölçümünün üçte ikisi bile değildir bu, Çin ve Amerika Birleşik Devletlerinin yarısından biraz fazla. On yedi milyon kilometrekareye yayılan Rusyadır onu küçülten. Öte yandan içsel farklılıkların ve karşıtlıkların bolluğu bakımından Avrupanın eşi benzeri yoktur. Son rakamlara göre kırk altı ülkeyi barındırmaktadır. Bunların çoğu kendi dillerini konuşan ulus ve devletlerdir; azımsanmayacak kadarı devleti olmayan başka uluslarla dillerini de içine alır; hepsinin kendine özgü ve birbirleriyle örtüşen tarihleri, politikaları, kültürleri ve anıları vardır; her biri çeşitli araştırmalara konu olmuştur. İkinci Dünya Savaşının sona ermesinden sonra Avrupanın altmış yıllık kısa tarihinde dahası yalnızca bu dönem için bile tek başına İngilizce yazılmış literatür bitmek tükenmek bilmez.
Öyleyse kimse çağdaş Avrupanın tam kapsamlı ya da kesin tarihini yazmaya soyunamaz. Dahası o döneme yakın bir zamanda doğmuş olmam bu iş için yetersizliğimi daha da artırmış durumda: Savaş bittikten hemen sonra doğmuş biri olarak bu kitapta konu edilen olayların çoğunun tanığıyım ve bu tarihin büyük bölümü yaşanırken gelişmeleri öğrendiğimi ya da seyrettiğimi bazen katıldığımı bile anımsıyorum. Peki bu, gerçek savaş sonrası Avrupanın öyküsünü anlamamı kolaylaştırır mı, yoksa zorlaştırır mı? Bilmiyorum. Ama bazen tarihçinin nesnel bakış açısını korumasını epeyce zorlaştırdığını biliyorum.
Bu kitap öyle ilahi bir tarafsızlık hedeflemiyor. Savaş Sonrası nesnellikten ve doğruluktan, dilerim, uzaklaşmadan, yakın Avrupa tarihinin kişisel bir yorumu. Haksız yere küçük düşürücü imalara yer vermesi bakımından bir anlamda dediğim dedik de denebilir. Kimi yargıları tartışmalı olabilir, kimilerinin yanlış olduğu mutlaka kanıtlanacaktır. Herkes yanılgıya düşebilir. Buradakiler de iyi ya da kötü benim yanlışlarım bu boyutta ve kapsamda bir çalışmaya yanlışların karışması kaçınılmaz. Öte yandan eğer yanlışlar sınırlı sayıdaysa, bu kitaptaki değerlendirme ve sonuçlardan en azından bazıları kalıcılığını koruyacaksa, bunu, gerekli araştırmaları yapar ve kitabı yazarken bilgilerine başvurduğum nice bilim adamına ve arkadaşlarıma borçlu olacağım.
Böyle bir kitap öncelikle başka kitaplara dayanmaktadır. Esinlenmek ve örnek almak için yararlandığım modern tarih klasikleri şunlar: Eric Hobsbawnun The Age of Extremes Aşırılıklar Çağı , George Lichtheimın Europe in the Twentieth Century, A. J. P. Taylorın English History 1914-1945 ve müteveffa François Furetnin The Passing of an Illusion. Birçok bakımdan birbirlerinden bütünüyle farklı olan bu kitaplarla yazarların ortak yanı, takipçileri arasında pek az görülen, geniş bir bilgiden doğan güven ile bir tür entelektüel özgüveni paylaşmalarıdır aynı zamanda her tarihçinin örnek alması gereken berrak bir üsluba sahipler.
Bu bilim adamları arasında yakın Avrupa tarihini yazmış olanlardan en çok yararlandığım kişiler olan Harold James, Mark Mazower ve Andrew Moravcsike değinmeden ve teşekkür etmeden geçemem. Onların eserlerinin etkisi izleyen sayfalara damgasını vurmuştur. Modern Avrupa üzerine araştırmalar yapmış başka herkesle birlikte savaş sonrası ekonomisi üzerine kapsamlı ve yerleşik kanılara karşı bir araştırma yapmış olan Alan S. Milwarda ayrıca teşekkür borçluyum.
Kıtanın batı yarısındaki uzmanlar tarafından kaleme alındıkları için genel Avrupa tarihlerinde çoğu zaman çarpıtılan bir konu olan Orta ve Doğu Avrupa tarihiyle tanışıklığım ölçüsünde, bu çalışmayı çok yetenekli bir dizi genç bilim insanına borçluyum; bunların arasında Brad Adams, Catherine Merridale, Marci Shore ve Timoth Snyderın yanında arkadaşlarım Jacques Rupnik ve István Deák de var. Timothy Garton Ashten yalnızca (yıllardır kendi konusu bildiği) Orta Avrupayı değil, aynı zamanda ve özellikle Ostpolitik çağında iki Almanya hakkında da çok şey öğrendim. Jan Gross ile yıllar boyu yaptığım görüşmelerde ayrıca onun çığır açan yazıları sayesinde Polonya tarihinin bir bölümünü öğrenmekle kalmadım, Janın görülmedik bir içgörü ve insanca yaklaşımla ele aldığı savaşın sosyal sonuçlarını nasıl anlayacağımı da öğrendim.
Bu kita
Bu kitap İkinci Dünya Savaşından bu yana Avrupanın öyküsünü anlatır, bu nedenle 1945 yılından başlar: Stunde nul der Almanlar, sıfır saati. Ama yirminci yüzyıldaki her şey gibi bu öykü de Avrupa kıtasının yıkıma doğru sürüklendiği 1914 yılında başlayan otuz yıllık savaş döneminin gölgesinde kalmaktadır. (...)
Tolstoyun tarihe bakışını anlatırken Isaiah Berlin akılcı tümevarımın iki türünü birbirinden ayrı tutarak Yunan şair Arkhilokhusun ünlü dizesini aktarmıştı: Tilki pek çok şey bilir ama kirpinin bildiği tek bir büyük şeydir. Berlinin sözleriyle bu kitap kirpi olmamaya önem veriyor. Bu sayfalarda ortaya koyacağım çağdaş Avrupa tarihi üzerine büyük bir kuramım yok; açıklamalarım diğerlerinin üstüne çıkan bir tema içermiyor; her şeyi kapsayan bir tek öyküm yok anlatacak. Ancak bu, İkinci Dünya Savaşı sonrası Avrupa tarihinin herhangi bir temadan yoksun olduğu anlamına gelmiyor. Tam tersine, birden çok teması var. Tilki gibi Avrupa da pek çok şey biliyor.
Tadımlık
ÖNSÖZ VE TEŞEKKÜR
Avrupa dünyanın en küçük kıtasıdır. Kıta bile değildir doğrusu Asyaya bağlı bir kara parçasıdır yalnızca. Avrupanın tamamı (Rusya ve Türkiyeyi dışarıda bırakırsak) topu topu beş buçuk milyon kilometrekareden oluşur: Brezilyanın yüzölçümünün üçte ikisi bile değildir bu, Çin ve Amerika Birleşik Devletlerinin yarısından biraz fazla. On yedi milyon kilometrekareye yayılan Rusyadır onu küçülten. Öte yandan içsel farklılıkların ve karşıtlıkların bolluğu bakımından Avrupanın eşi benzeri yoktur. Son rakamlara göre kırk altı ülkeyi barındırmaktadır. Bunların çoğu kendi dillerini konuşan ulus ve devletlerdir; azımsanmayacak kadarı devleti olmayan başka uluslarla dillerini de içine alır; hepsinin kendine özgü ve birbirleriyle örtüşen tarihleri, politikaları, kültürleri ve anıları vardır; her biri çeşitli araştırmalara konu olmuştur. İkinci Dünya Savaşının sona ermesinden sonra Avrupanın altmış yıllık kısa tarihinde dahası yalnızca bu dönem için bile tek başına İngilizce yazılmış literatür bitmek tükenmek bilmez.
Öyleyse kimse çağdaş Avrupanın tam kapsamlı ya da kesin tarihini yazmaya soyunamaz. Dahası o döneme yakın bir zamanda doğmuş olmam bu iş için yetersizliğimi daha da artırmış durumda: Savaş bittikten hemen sonra doğmuş biri olarak bu kitapta konu edilen olayların çoğunun tanığıyım ve bu tarihin büyük bölümü yaşanırken gelişmeleri öğrendiğimi ya da seyrettiğimi bazen katıldığımı bile anımsıyorum. Peki bu, gerçek savaş sonrası Avrupanın öyküsünü anlamamı kolaylaştırır mı, yoksa zorlaştırır mı? Bilmiyorum. Ama bazen tarihçinin nesnel bakış açısını korumasını epeyce zorlaştırdığını biliyorum.
Bu kitap öyle ilahi bir tarafsızlık hedeflemiyor. Savaş Sonrası nesnellikten ve doğruluktan, dilerim, uzaklaşmadan, yakın Avrupa tarihinin kişisel bir yorumu. Haksız yere küçük düşürücü imalara yer vermesi bakımından bir anlamda dediğim dedik de denebilir. Kimi yargıları tartışmalı olabilir, kimilerinin yanlış olduğu mutlaka kanıtlanacaktır. Herkes yanılgıya düşebilir. Buradakiler de iyi ya da kötü benim yanlışlarım bu boyutta ve kapsamda bir çalışmaya yanlışların karışması kaçınılmaz. Öte yandan eğer yanlışlar sınırlı sayıdaysa, bu kitaptaki değerlendirme ve sonuçlardan en azından bazıları kalıcılığını koruyacaksa, bunu, gerekli araştırmaları yapar ve kitabı yazarken bilgilerine başvurduğum nice bilim adamına ve arkadaşlarıma borçlu olacağım.
Böyle bir kitap öncelikle başka kitaplara dayanmaktadır. Esinlenmek ve örnek almak için yararlandığım modern tarih klasikleri şunlar: Eric Hobsbawnun The Age of Extremes Aşırılıklar Çağı , George Lichtheimın Europe in the Twentieth Century, A. J. P. Taylorın English History 1914-1945 ve müteveffa François Furetnin The Passing of an Illusion. Birçok bakımdan birbirlerinden bütünüyle farklı olan bu kitaplarla yazarların ortak yanı, takipçileri arasında pek az görülen, geniş bir bilgiden doğan güven ile bir tür entelektüel özgüveni paylaşmalarıdır aynı zamanda her tarihçinin örnek alması gereken berrak bir üsluba sahipler.
Bu bilim adamları arasında yakın Avrupa tarihini yazmış olanlardan en çok yararlandığım kişiler olan Harold James, Mark Mazower ve Andrew Moravcsike değinmeden ve teşekkür etmeden geçemem. Onların eserlerinin etkisi izleyen sayfalara damgasını vurmuştur. Modern Avrupa üzerine araştırmalar yapmış başka herkesle birlikte savaş sonrası ekonomisi üzerine kapsamlı ve yerleşik kanılara karşı bir araştırma yapmış olan Alan S. Milwarda ayrıca teşekkür borçluyum.
Kıtanın batı yarısındaki uzmanlar tarafından kaleme alındıkları için genel Avrupa tarihlerinde çoğu zaman çarpıtılan bir konu olan Orta ve Doğu Avrupa tarihiyle tanışıklığım ölçüsünde, bu çalışmayı çok yetenekli bir dizi genç bilim insanına borçluyum; bunların arasında Brad Adams, Catherine Merridale, Marci Shore ve Timoth Snyderın yanında arkadaşlarım Jacques Rupnik ve István Deák de var. Timothy Garton Ashten yalnızca (yıllardır kendi konusu bildiği) Orta Avrupayı değil, aynı zamanda ve özellikle Ostpolitik çağında iki Almanya hakkında da çok şey öğrendim. Jan Gross ile yıllar boyu yaptığım görüşmelerde ayrıca onun çığır açan yazıları sayesinde Polonya tarihinin bir bölümünü öğrenmekle kalmadım, Janın görülmedik bir içgörü ve insanca yaklaşımla ele aldığı savaşın sosyal sonuçlarını nasıl anlayacağımı da öğrendim.
Bu kita