Sosyoloji Açısından Din Dinin Sosyal Müesseseler Üzerindeki Tesirleri

Stok Kodu:
9789755480312
Boyut:
160-235
Sayfa Sayısı:
248
Basım Yeri:
İstanbul
Baskı:
4
Basım Tarihi:
2013-11
Kapak Türü:
Karton
Kağıt Türü:
2.Hamur
Dili:
Türkçe
0,00
9789755480312
36982
Sosyoloji Açısından Din
Sosyoloji Açısından Din Dinin Sosyal Müesseseler Üzerindeki Tesirleri
0.00
Bu bir din sosyolojisi çalışmasıdır. Özel maksadı, dinin bütün temel sosyal müesseselerdeki müşterek tesirinin olup olmadığının araştırılmasıdır. Çalışmamız dine ait genel ve fonksiyonel bilgilerden sonra, yedi esas üzerinde toplanmıştır. Ahlâk, hukuk, ekonomi, san at, teknoloji, eğitim, devlet ile dinin bağıntıları, ayrı ayrı olmak üzere incelenmiştir. Dinin bu müesseselerin herbiriyle münasebeti teker teker başlıbaşına geniş birer araştırma konusu olmakla beraber, müşterek bir neticeyi görebilme imkânı için birlikte ele alınmıştır. Bu yedi korelasyon araştırmasında, müşterek neticeler gösterilmeye çalışılmıştır.
Dinin diğer sosyal müesseseler ile ayrılmaz bütünlüğü, gün geçtikçe daha iyi anlaşılmaktadır. İnsanların, başlangıçtan beri, dinî hayat içinde bulunmaları bir tarafa, onun hakkında ayrıca araştırma yapmaları da çok eskidir. İlkçağda, Ortaçağ Batı ve İslâm dünyasında, din hakkında araştırma ve düşünceler eksik olmamıştır. Fakat din ile cemiyet münasebetlerinin köklü bir şekilde ele alınması yenidir ve sosyolojinin gelişmesinden sonra olmuştur. Ancak bunun da başlangıcında, din ve cemiyet münasebeti incelenirken, dini, cemiyetin bir yansıması şeklinde gösteren teoriler boldur. Doktriner, tek faktörcü, tek modelci, teorik sosyoloji, bugün rağbet görmüyor. Ancak bize bazı temel bilgileri vermiş olması bakımından kıymet ifade ediyor. Fakat cemiyeti tanrılaştıran bir sosyolojiye ancak tebessüm ediliyor. Dolayısiyle din ile cemiyet arasındaki bağlantıda, eski hâkimiyet kalktı. Bu konunun bir uzmanı şöyle der: "Din sosyolojisinde bütün mesele, din ve toplum arasındaki karşılıklı münasebeti determinist değil, rölativist bir tarzda yorumlamaktır. Böylece dinin kökü baltalanmak yerine, daha da sağlamlaşmış olur."
Sosyolojiyle meşgul bazılarının, gerek dini izah ederken, gerek din ile cemiyetin münâsebetini yorumlarken, ilmî ve tarafsız olmak niyetiyle, fakat daha büyük tarafgirliklere duçar olduklarına şahit oluyoruz. Dini, insan hayatından bağımsız tabiatüstü bir gerçek olarak almayalım derken, sürekli değişen ve tenkitten, yanlışlıklardan kurtulamamış ideolojilerin kurbanı olmuşlardır. Ya Durkheim in cemiyeti tanrılaştırmasına, asla ispat edilmemiş olan "herşeyi toplumun doğuruculuğuna", ya Marksizmin alt yapı ve şartlar nazariyesine yahut da Freud ve benzerlerinin biyo-psikolojik determinizmine saplanmış, farkında olmadan, dinin arkasında bu gibi faktörler aramış, gerçekte tarafsızlıkla ilgileri kalmamıştır. Dini din olarak incelemekten çok, tabiat, cemiyet, tarih şartlarına bağımlı bir olay olarak görmüş ve göstermişlerdir. Mircae Eliade in dediği gibi, şüphesiz "tarihin dışında saf bir dinî olay mevcut değildir. Çünkü hiçbir olay yoktur ki aynı zamanda tarihî olay olmasın. Fakat dinî tecrübelerin tarihîliğini kabul etmek demek, onları dinî olmayan birtakım davranış şekillerine indirmek anlamına gelmez. Yani bir dinî verinin, daima bir tarihî veri olduğunu benimsemek, onu ekonomik, sosyal ve politik bir tarihe inhisar ettirmek demek değildir." İlmî tavırda elbet bazı hususlara dikkat celbedilecektir. Fakat münhasıran meseleyi ircacı şekilde yorumlamak, peşin hükümle metafizik yönünü dışarı atmak, cemiyeti ve olayları ihmal eden din yorumları kadar ilim dışıdır. Bu, sosyolojinin metafizikle meşgul olması manâsına gelmez. Fakat halk kitlelerine mal olan ve sürüp giden bir olayın köklerini, ya hiç hüküm vermeden, aksediş şekillerini ve doğurduğu neticeleri, münâsebetler ve taşkilâtlar ağını araştırmalıdır ki buna "dinî, iktisadî, içtimaî, tarihî şartlar doğuruyor" şeklindeki açık veya zımnî yargılardan kaçınmak da dahildir, yahut köklerini, bütün ihtimalleri gözönünde tutarak, hiçbirini hariç tutmadan, peşin hükümle reddetmeden, bütün yönlerini hesaba katarak anlatmak icabeder ki metafizik kökler de buna dahildir. İlmî olan tutum budur.
Din sosyolojisinde büyük çapta zihniyet değişikliği olduğunu biliyoruz. Dine, ama evrensel dine sosyal fonksiyonların vazgeçilmez en büyüğü olarak bakılmaktadır. Kültür ve şahsiyet, üst sistem, ideal kültür, ön plana geçmiştir, Tevhid akidesini getiren evrensel din, her sahada olduğu gibi, sosyoloji sahasında da çığır açmıştır. Tevhid ve ilim, tevhid ve cemiyet, tevhid ve sosyo-kültürel yapı, tevhidin süper sistem oluşturmadaki rolü, değişme, tekâmül ve tevhid inancı şeklinde din sosyolojisi inkılâbına, her geçen gün yaklaşılmaktadır. Çünkü bu konudaki kıymetli çalışmalar onu gösteriyor.
Bu gelişmeye rağmen şunu söylemeliyim ki, dindar çevrelerin, din sosyolojisine, genel olarak sosyolojiye, kuşku ve küçümseme ile bakmaları, giderilebilmiş değildir, Bunda pek haklı olmadıkları kanaatindeyim. Çünkü bir Müslüman olarak şöyle düşünmek pekâla mümkündür: Sosyoloji, İlâhi nizâmın içinde yerini alan olaylar zincirine, yani cemiyete ait kurallara ve işleyişe bakıyor. Tıpkı fizik, kimya, biyoloji gibi. Fizik, kimya, biyoloji kanunları nasıl kendi başına (kendiliğinden) imiş gibi göründüğü halde, aslında İlâhi nizâmın, İlâhi determinizmin içinde ise, cemiyet kanunları ve işleyişi de öyledir. Hatta sosyoloji, beşerî bir ilim olması hasebiyle, dinî anlayışa, madde ilimlerinden daha yakındır. Anlama, sırları görebilme gibi, varlık bütünlüğünün canlı, seyyal, dinamik bir parçası olan cemiyetin ne ve nasıl olduğu, nasıl işlediği hakkında saf bir gaye yanında, sosyal determinizmi keşfederek, eğitim ve öğretimi, ekonomiyi, hukuku düzenleme, sosyal yaraları tamir etme gibi pratik gayelerini düşünürsek, peşin hükümlerden belki kurtulabiliriz.
Fizik ve kimya kanunlarının bir kısmını da olsa bilmeseydik, bugün havada uçmamız, denizde yüzmemiz, radyo dinlememiz gerçekleşmeyecekti. Hayat kanunlarını kısmen de olsa bilmeseydik, hastalıklara çare bulamayacaktık. Bütünün içinde yer alan ve sırlar ihtiva eden insan cemiyetlerini, keşfedilecek kanun ve kuralların dışında saymak, doğru değildir. Bu cemiyetler ki eşsiz hakikat yolunu, din gibi bir vakıayı, rahminde barındırmaktadır.
Biz çalışmamızda, önce dinin genel mahiyetini, İslâmiyet in bakış tarzını, dinin sosyal hayatla genel münâsebetini ve sonra sosyal müesseselerle teker teker ilgisini gözden geçirdik. Bu ilgi içinde dinin karakterini, tesir gücünü tesbite gayret ettik. Daha derin ve özel çalışmalara ihtiyaç duyulduğunu belirtmek görevimizdir.
Bu bir din sosyolojisi çalışmasıdır. Özel maksadı, dinin bütün temel sosyal müesseselerdeki müşterek tesirinin olup olmadığının araştırılmasıdır. Çalışmamız dine ait genel ve fonksiyonel bilgilerden sonra, yedi esas üzerinde toplanmıştır. Ahlâk, hukuk, ekonomi, san at, teknoloji, eğitim, devlet ile dinin bağıntıları, ayrı ayrı olmak üzere incelenmiştir. Dinin bu müesseselerin herbiriyle münasebeti teker teker başlıbaşına geniş birer araştırma konusu olmakla beraber, müşterek bir neticeyi görebilme imkânı için birlikte ele alınmıştır. Bu yedi korelasyon araştırmasında, müşterek neticeler gösterilmeye çalışılmıştır.
Dinin diğer sosyal müesseseler ile ayrılmaz bütünlüğü, gün geçtikçe daha iyi anlaşılmaktadır. İnsanların, başlangıçtan beri, dinî hayat içinde bulunmaları bir tarafa, onun hakkında ayrıca araştırma yapmaları da çok eskidir. İlkçağda, Ortaçağ Batı ve İslâm dünyasında, din hakkında araştırma ve düşünceler eksik olmamıştır. Fakat din ile cemiyet münasebetlerinin köklü bir şekilde ele alınması yenidir ve sosyolojinin gelişmesinden sonra olmuştur. Ancak bunun da başlangıcında, din ve cemiyet münasebeti incelenirken, dini, cemiyetin bir yansıması şeklinde gösteren teoriler boldur. Doktriner, tek faktörcü, tek modelci, teorik sosyoloji, bugün rağbet görmüyor. Ancak bize bazı temel bilgileri vermiş olması bakımından kıymet ifade ediyor. Fakat cemiyeti tanrılaştıran bir sosyolojiye ancak tebessüm ediliyor. Dolayısiyle din ile cemiyet arasındaki bağlantıda, eski hâkimiyet kalktı. Bu konunun bir uzmanı şöyle der: "Din sosyolojisinde bütün mesele, din ve toplum arasındaki karşılıklı münasebeti determinist değil, rölativist bir tarzda yorumlamaktır. Böylece dinin kökü baltalanmak yerine, daha da sağlamlaşmış olur."
Sosyolojiyle meşgul bazılarının, gerek dini izah ederken, gerek din ile cemiyetin münâsebetini yorumlarken, ilmî ve tarafsız olmak niyetiyle, fakat daha büyük tarafgirliklere duçar olduklarına şahit oluyoruz. Dini, insan hayatından bağımsız tabiatüstü bir gerçek olarak almayalım derken, sürekli değişen ve tenkitten, yanlışlıklardan kurtulamamış ideolojilerin kurbanı olmuşlardır. Ya Durkheim in cemiyeti tanrılaştırmasına, asla ispat edilmemiş olan "herşeyi toplumun doğuruculuğuna", ya Marksizmin alt yapı ve şartlar nazariyesine yahut da Freud ve benzerlerinin biyo-psikolojik determinizmine saplanmış, farkında olmadan, dinin arkasında bu gibi faktörler aramış, gerçekte tarafsızlıkla ilgileri kalmamıştır. Dini din olarak incelemekten çok, tabiat, cemiyet, tarih şartlarına bağımlı bir olay olarak görmüş ve göstermişlerdir. Mircae Eliade in dediği gibi, şüphesiz "tarihin dışında saf bir dinî olay mevcut değildir. Çünkü hiçbir olay yoktur ki aynı zamanda tarihî olay olmasın. Fakat dinî tecrübelerin tarihîliğini kabul etmek demek, onları dinî olmayan birtakım davranış şekillerine indirmek anlamına gelmez. Yani bir dinî verinin, daima bir tarihî veri olduğunu benimsemek, onu ekonomik, sosyal ve politik bir tarihe inhisar ettirmek demek değildir." İlmî tavırda elbet bazı hususlara dikkat celbedilecektir. Fakat münhasıran meseleyi ircacı şekilde yorumlamak, peşin hükümle metafizik yönünü dışarı atmak, cemiyeti ve olayları ihmal eden din yorumları kadar ilim dışıdır. Bu, sosyolojinin metafizikle meşgul olması manâsına gelmez. Fakat halk kitlelerine mal olan ve sürüp giden bir olayın köklerini, ya hiç hüküm vermeden, aksediş şekillerini ve doğurduğu neticeleri, münâsebetler ve taşkilâtlar ağını araştırmalıdır ki buna "dinî, iktisadî, içtimaî, tarihî şartlar doğuruyor" şeklindeki açık veya zımnî yargılardan kaçınmak da dahildir, yahut köklerini, bütün ihtimalleri gözönünde tutarak, hiçbirini hariç tutmadan, peşin hükümle reddetmeden, bütün yönlerini hesaba katarak anlatmak icabeder ki metafizik kökler de buna dahildir. İlmî olan tutum budur.
Din sosyolojisinde büyük çapta zihniyet değişikliği olduğunu biliyoruz. Dine, ama evrensel dine sosyal fonksiyonların vazgeçilmez en büyüğü olarak bakılmaktadır. Kültür ve şahsiyet, üst sistem, ideal kültür, ön plana geçmiştir, Tevhid akidesini getiren evrensel din, her sahada olduğu gibi, sosyoloji sahasında da çığır açmıştır. Tevhid ve ilim, tevhid ve cemiyet, tevhid ve sosyo-kültürel yapı, tevhidin süper sistem oluşturmadaki rolü, değişme, tekâmül ve tevhid inancı şeklinde din sosyolojisi inkılâbına, her geçen gün yaklaşılmaktadır. Çünkü bu konudaki kıymetli çalışmalar onu gösteriyor.
Bu gelişmeye rağmen şunu söylemeliyim ki, dindar çevrelerin, din sosyolojisine, genel olarak sosyolojiye, kuşku ve küçümseme ile bakmaları, giderilebilmiş değildir, Bunda pek haklı olmadıkları kanaatindeyim. Çünkü bir Müslüman olarak şöyle düşünmek pekâla mümkündür: Sosyoloji, İlâhi nizâmın içinde yerini alan olaylar zincirine, yani cemiyete ait kurallara ve işleyişe bakıyor. Tıpkı fizik, kimya, biyoloji gibi. Fizik, kimya, biyoloji kanunları nasıl kendi başına (kendiliğinden) imiş gibi göründüğü halde, aslında İlâhi nizâmın, İlâhi determinizmin içinde ise, cemiyet kanunları ve işleyişi de öyledir. Hatta sosyoloji, beşerî bir ilim olması hasebiyle, dinî anlayışa, madde ilimlerinden daha yakındır. Anlama, sırları görebilme gibi, varlık bütünlüğünün canlı, seyyal, dinamik bir parçası olan cemiyetin ne ve nasıl olduğu, nasıl işlediği hakkında saf bir gaye yanında, sosyal determinizmi keşfederek, eğitim ve öğretimi, ekonomiyi, hukuku düzenleme, sosyal yaraları tamir etme gibi pratik gayelerini düşünürsek, peşin hükümlerden belki kurtulabiliriz.
Fizik ve kimya kanunlarının bir kısmını da olsa bilmeseydik, bugün havada uçmamız, denizde yüzmemiz, radyo dinlememiz gerçekleşmeyecekti. Hayat kanunlarını kısmen de olsa bilmeseydik, hastalıklara çare bulamayacaktık. Bütünün içinde yer alan ve sırlar ihtiva eden insan cemiyetlerini, keşfedilecek kanun ve kuralların dışında saymak, doğru değildir. Bu cemiyetler ki eşsiz hakikat yolunu, din gibi bir vakıayı, rahminde barındırmaktadır.
Biz çalışmamızda, önce dinin genel mahiyetini, İslâmiyet in bakış tarzını, dinin sosyal hayatla genel münâsebetini ve sonra sosyal müesseselerle teker teker ilgisini gözden geçirdik. Bu ilgi içinde dinin karakterini, tesir gücünü tesbite gayret ettik. Daha derin ve özel çalışmalara ihtiyaç duyulduğunu belirtmek görevimizdir.
Kapat